Türkiye’de Sağlık
Politikası*
Hastalara iyi
bir hizmet götürülemediğini görmenin üzüntüsü içinde olan hekim arkadaşlarımızın
bir kısmı bu yetersizliğin nedeni olarak ülkemizde belirli bir sağlık politikasının bulunmamasını öne
sürmekte ve böyle bir politikanın en kısa zamanda saptanmasını savunmaktadırlar.
Halkımızın sağlık hizmetlerinden gerektiği ölçüde yararlanmaması sosyal bir
hastalıktır. Her hastalıkta olduğu gibi bu sorunun çözümünde de başarılı olmak
için teşhisin doğru olması şarttır. Gerçekten Türkiye’de sağlık politikası
yok mu? Bu sorunun yanıtını vermeden önce “Politika” terimini tanımlamak gerekir:
“Politika, bir hizmetin geliştirilmesi için alınacak uygulama kararlarına yön veren
ve hükümetlerin bilinçli olarak aldıkları ilke kararlarıdır.” Sağlık
politikasına gelince bu konu dar ve geniş açıdan ele alınabilir. Dar anlamda politika
“herkese tedavi edici, koruyucu ve rehabilite edici hizmet götürmek” diye tanımlanabilir.
Konu geniş kapsamlı olarak ele alındığı zaman sağlığı etkileyen ve sağlığın
etkilendiği her sektörü ele almak ve dengeli bir şekilde gelişmeyi öngörmek
gerekir. Örneğin çocuk sağlığı hizmetini besin politikasından, infeksiyon
hastalıklarının kontrolünü çevre politikasından ayrı düşünmek olanaksızdır.
Bu nedenle hükümetler sağlık politikasını sosyo-ekonomik kalkınma planlarının bir
parçası olarak ele alırlar.
Konunun
incelenmesini kolaylaştırmak için dar çerçevede ele almakta yarar vardır.
Yanıtlanması gereken ilk soru “Sağlık politikasının amacı ne olmalıdır?”
sorusudur. Amacı, sadece, “her hastaya tedavi olanağı sağlamak” diye tanımlamak
yeterli olamaz. Çünkü sağlam kişileri hastalık ve kazalardan korumak, tedavi
edilmeleri kadar önemli ve gereklidir. Bu nedenle sağlık hizmetlerinin amacını -bir
başka deyimle sağlık politikasının amacını- daha geniş olarak, örneğin Dünya Sağlık
Örgütünün ilkeleri çerçevesinde saptamak doğru olur. “Kişilerin bedence, ruhca
ve sosyal yönden tam iyilik halinde olmalarını sağlamak amacı ile herkesin - ırk,
din, cins, yaş, siyası inanç ve ekonomik güç farkı gözetmeksizin, koruyucu, tedavi
ve rehabilite edici hizmetleri kullanmalarını sağlamaktır.”
Ülkemizde sağlık
hizmetleri alanında bu veya buna benzer bir karar alınmış mıdır? Bu soruyu
yanıtlamak için sosyal ve ekonomik kalkınma planlarını incelemek gerekir. Birinci
beş yıllık kalkınma planında sağlık politikası şöyle tanımlanmıştır. “Sağlık
programında ana ilke halkın sağlık seviyesini yükseltmektir. Bu amaçla koruyucu
hekimlik hizmetlerinin geliştirilmesine öncelik verilecektir. Tedavi hekimliği
hizmetleri ise koruyucu hekimlik çalışmalarını tamamlayan bir unsur olarak ve bu
ölçüde ele alınacaktır.”
Bu politikanın
uygulanması için alınacak tedbirler içinde en şumullü olanı da şudur: “Sağlık
hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi ile ilgili
kanunun uygulanması için her çeşit tedbirler alınacaktır.”
İkinci,
üçüncü, dördüncü ve beşinci beş yıllık kalkınma planlarında sağlık
politikasının amacına ulaşabilmesi için -Birinci Beş Yıllık Kalkınma planından
beşinciye kadar değişmeden öngörülen yaklaşım- sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi hakkındaki kanunun uygulanmasıdır. Bu kanun bir örgütlenme ve ilkeler kanunudur. Örgütlenme modelinde ilk
basmakta tedavi ve koruyucu hekimlik hizmetini yürüten sağlık ocakları; ikinci
basamakta ocakların tedavi ve laboratuvar hizmetlerini destekleyen ve tamamlayan
hastahaneler, dispanserler ve laboratuvarlar vardır. Bu birimlerin hizmetini yönlendiren,
destekleyen ve teknik yönden denetleyen yönetim zinciri de grup başkanlıkları,
sağlık müdürlükleri ve Bakanlıktan oluşur.
Bu
kanun da öngörülen ilkeler şunlardır:
1.Herkes, her çeşit sağlık hizmetinden
ücretsiz veya kendisine yapılan hizmetin bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde
yararlanacaktır (Madde 2)
2.İlk basamak tedavi hekimliği
örgütlenecektir ( Madde 10 )
3.Kamu sektöründe çalışan hekimler serbest
meslek icra edemeyecekler, mukavele ile istihdam edileceklerdir (Madde 3 ve 26). Mukavele ile istihdam hükmü 1966 yılında
Personel Kanunu ile kaldırılmıştır. 1981 yılında kabul edilen 2368 sayılı Kanun tüm
kamu sektöründe çalışan hekimlere muayenehane açma hakkı vermiştir.
4.Hekim kamu sektöründe görev alma zorunda
olmayacaktır. (Madde 4). 1981 yılında kabul edilen 2514 sayılı kanun, hekimlere belli
süre Devlete hizmet yükümlülüğü getirmiştir.
5.Kamu sektöründe tüm sağlık hizmetleri -
Silahlı Kuvvetler hariç - tek elde ve SSYB’da toplanacaktır (Madde 8). Bu madde
uygulanamamıştır.
6.Kanunun verdiği haklardan yararlanmak isteyen
hastalar -acil durum hariç- önce sağlık ocağına
başvuracak, sağlık ocağı hekimi
gerekli görürse hastayı hastaneye gönderecektir (Madde
13).
7.Hastane uzmanları sağlık ocağı
personelinin sürekli eğitimini sağlayacaktır (Madde 12).
8.Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti
teşkilatı ile halk arasındaki ilişkiyi sağlamak amacıyla işbirliği kurulları
kurulacaktır (Madde 23). Bu madde de uygulanamamıştır.
9.Sağlık ocağı düzeyinde koruyucu hekimlik
ile ilk basamak tedavi hekimliği entegre edilmiş ve bir ekip hizmeti olarak örgütlenmiştir
(Madde 10)
10.Hastalara ilaç ve tedavi araçları, bütçenin
elverdiği oranda parasız verilecektir. Hangi ilaç ve araçların parasız verileceği
her yıl SSYB tarafından saptanacaktır (Madde 16)
Bu belgeler
gösteriyor ki; Türkiye’de bir “Sağlık Politikası” vardır. Bu nedenle sağlık
politikası konusu tartışılırken daha özel bir yaklaşım içinde olmak zorunluluğu
vardır. Tartışılacak konular “yukarıda sayılan
ilkelere ve önlemlere
eklenecek başka ilkeler de var mı?” “Değiştirilmesi gereken ilke ve önlemler var
mı?” gibi hususlardır. Son 25 yılda yapılan tartışmalara bakarak verilecek yanıt,
bugünkü koşullarda kabul edilen politika ve ilkelerin en uygun politika ve ilkeler
olduğudur. Buna karşın sağlık sorunlarımızın çözülemediği de bir gerçektir.
Bunun üç temel nedeni vardır. Bu nedenlerin birincisi hükümetlerin sağlık
hizmetleri için gerekli finansman sorununu çözememesidir. İkinci neden sağlık
hizmetlerini yöneten kadronun yetersizliği ve üçüncü neden de hekimlerin ekip olarak
çalışma alışkanlıklarının olmayışıdır.
Hükümetler kuşkusuz
sağlık düzeyini yükseltmek istemektedir. Her hükümetin programında ve her
politikacı ve yöneticinin beyanlarında bu ilgiyi görmek olasıdır. Yalnız istemek
başka şey, yapmak ve yapmak için harekete geçmek başka bir şeydir. Politik karar
verme yetkisi olanlar yapılması istenen bir çok iş arasında, sağlığa değil diğer
konulara öncelik vermeyi yeğlemektedirler. Herkes gibi politikacılar da sağlığa
kendileri veya yakınları hastalanınca önem verirler. Kendilerinin de bir gün hasta
olacağı ve gerekli hizmeti bulamayacaklarını düşünmezler bile. O halde ilk yapılacak
iş akademik tartışmalar değil hükümetleri etkilemenin yolunu bulmaktır. Hükümetler
kamuoyu etkiler. Kamuoyu yaratan kurumlar da, ne yazık ki, yanlış teşhis sonucu
olarak, sağlık hizmetlerindeki aksaklıklardan hükümetleri değil hekimleri sorumlu
tutmaktadır.
Sağlık yönetimindeki
yetersizliğe gelince, Türkiye’de sağlık teşkilatını komuta zinciri oluşmamış
bir orduya benzetmek abartma sayılamaz, Sağlık yönetimi mediko-sosyal bir bilimdir.
Dünyanın her gelişmiş üniversitesinde sağlık yöneticisi yetiştirmek üzere Halk
Sağlığı Fakülteleri kurulmuştur. Yüksek Öğretim Kurumu, Türkiye’de hiçbir
üniversitede bu alanda araştırma ve eğitim yapan bir fakülte kurmamış, bu alanda
gelişmeye başlayan toplum hekimliği enstitülerini de kapatmıştır. YÖK, Tıp
eğitiminde de gerekli gelişmeyi sağlamaya yönelmemiştir. Sağlık yönetim biliminde
vurgulanan ilkelerden biri sağlık personeli yetiştiren kurumların -tıp fakülteleri
dahil- ders programlarını ülkelerinin gereksinmelerine göre düzenlemeleridir. Tıp
eğitiminde böyle bir eğilim görülmemektedir.
Halkımıza daha
iyi hizmet vermek isteyen biz hekimler, hükümetleri finansman ve yönetim konusunda
etkileme, daha bilgili, becerili ve güçlü bir sağlık yönetim kadrosu yetiştirme ve
hekimleri, tek başına değil, bir ekip içinde çalışmaya alıştırma konularında
çaba harcamalıyız.
* Toplum ve Hekim,
Sayı:34, Eylül 1984
|