PROF. DR. NUSRET FİŞEK'iN KİTAPLAŞMAMIŞ YAZILARI - I
Sağlık Yönetimi

 

Sağlık Hizmetlerinde Geri Kalmışlığın Nedenleri*

            1.Sağlık Düzeyimiz:

            Bir toplumun sağlık düzeyini saptamak için çeşitli ölçütler vardır. Bunlardan biri bebek ölüm oranıdır. Ülkemizde bebek ölüm oranının, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında bin canlı doğumda 300 dolaylarında olduğu, son yıllarda binde 110’a düştüğü tahmin edilmektedir. Dünyada sağlık düzeyi en yüksek olan ülke İsveç’tir. İsveç’te bu oran binde 12, komşumuz Yunanistan’da binde 32’dir.

            Diğer bir ölçüt, çocuk ölümlerinin tüm ölümlere oranıdır. Türkiye’de ölenlerin yüzde ellibiri 0-4 yaşında çocuktur. Bu oranın İsveç’te yüzde 1.4 olduğu gözönüne alınırsa, bizdeki yüzde ellibir oranının ne kadar büyük olduğu daha iyi belli olur. Bu oran Yunanistan’da yüzde 7,6’dır. Yaşa özel ölüm oranları da, sağlık düzeyini gösteren ölçütlerinden biridir. Ülkemizde çeşitli sosyal grupların sağlık düzeyinde de farklılıklar vardır. Örneğin, köylerde çeşitli yaş gruplarında ölüm oranları, kentlere kıyasla yüzde 71-83 oranında yüksektir. Hangi ölçüt kullanılırsa kullanılsın, sağlık düzeyimizin batı ülkelerine kıyasla çok düşük olduğu sonucuna varılır.

            2.Sağlık Düzeyimiz Ne İçin Düşük:  

           

            Bu soruyu yanıtlamak için önce hangi hastalıkların en çok ölümlere yol açtığına bakalım. İl ve ilçe merkezlerinde 0-4 yaştaki çocuk ölümlerinin yüzde 34’ü pnömoniye, yüzde 18’i ishale bağlıdır. İl ve ilçe merkezlerinde beş yaş ve daha yukarı nüfusta en çok öldüren on ölüm nedeni arasında, gelişmiş ülkelerden farklı olarak, bulaşıcı hastalıklar ve adam öldürme vardır. 15-44 yaş arasında da verem en fazla öldüren üçüncü hastalıktır. Köylerde ölüm nedenleri hakkında istatistik veri yoktur. Ancak aynı nedenlerin daha büyük ölçüde ölüme yolaçtığı kuşkusuz kabul edilecek bir gerçektir.

            Sağlık düzeyimizin düşük oluşunda hastalıkları neden olarak görmek, yüzeysel bir yaklaşım olur. Kişilerin hastalanmalarının ve ölmelerinin gerçek nedenleri biyolojik olmaktan çok toplumsaldır. Örneğin, bir kişi veremden öldüyse, ölümü verem mikrobuna ya da kişide mikrobun yaptığı patolojik değişikliklere bağlamak soruna çözüm getirmez. Bu kişi hastalanmadan önce vereme karşı aşılansaydı; hükümet vereme yakalananların erken tanı ve tedavisi olanaklarını sağlasaydı; bu kişi yoksul olduğu için iyi beslenememe ve kötü koşullarda yaşama zorunda olmasaydı hastalanır ve ölür müydü? Bu sorunun yanıtı, çok büyük bir olasılıkla, hayırdır.

            Gelelim pnömoni ölümlerine: Değil bir hekime, bir tıp öğrencisine “pnömoni çok öldürücü bir hastalık mıdır?” diye sorarsanız, “Hayır kolaylıkla tanı konulabilen ve tedavi edilebilen bir hastalıktır.” yanıtını alırsınız. O halde çocuklar ve özellikle kırsal bölgede yaşayan çocuklar niye pnömoniden ölüyor? Çeşitli nedenler arasında en önemlisi, hasta oldukları zaman tedavi olanağından yoksun olmalarıdır. Karda ve kışta, öksüren ve yüksek ateşi olan bir çocuk, saatlerce kucakta ya da açık bir arabada veya traktör römorkunda kasabaya getirilemez de onun için ölür.

            Bu ve buna benzer yüzlerce soru soralım, hep aynı tür yanıt alırız. O halde temel nedene doğru bir adım atar ve dikkatinizi hastalıklardan verilen hizmete çevirebiliriz. Sağlık sorunlarına gerçekten çözüm yolu bulabilmek için, onları birbiriden ayrı hastalık sorunları şeklinde ele alarak değil, sağlık hizmetlerini bir tüm olarak geliştirmeyi sorun olarak ele alıp çözümlemek gerekir. Ülkemizde şimdiye kadar yapılan ve yapılmakta olan uygulama -sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi hariç- sıtmayı, veremi, çocuk sağlığını ve kanseri sorun olarak tek tek ele alıp çözümlemeye uğraşmaktır.

            Sorunu, hizmet açısından ele almak için, sağlık hizmetlerini tanımlamak ve bu hizmetlerin ülkemizde ne kadar geliştiğini değerlendirmek gerekir. Sağlık hizmetlerinin önemli bir kesiti, hasta tedavi hizmetidir. Gelişmiş ülkelerde hasta tedavi hizmetleri iki basamaklı olarak örgütlenmiştir. Bu ülkelerde ilk basamak hasta bakımı -bir başka deyimle hastanın ilk başvurduğu hekim- her hastanın kolaylıkla yararlanacağı biçimde toplum içinde yayılmış ve örgütlenmiştir. Bir hastanın bu basamakta hizmet gören hekim tarafından görülmeden ikinci basamağa (hastanede tedavi) gitmesi olanaksızdır. Hastaneciliğin ve uzmanlaşmanın en yaygın olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde bile, en büyük kentlerden en seyrek nüfuslu kırsal bölgelere kadar 2.000 kişiye, ilk basamak hasta bakımı hizmeti yapan bir hekim düşer. Çok görülen ve çok öldüren hastalıkları kontrol için ilk basamak hasta bakımını geliştirme zorunluğu vardır. Ülkemizde ise ilk basamak hasta bakımı sadece kentlerde vardır ve halkın bu hizmetten yararlanması sınırlıdır. Bu basamakla ikinci basamak arasında işbirliği ise çok zayıftır.

            Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi programında sağlık ocaklarının kurulması, hastaların hastaneye ocak hekimi tarafından sevki, ilk basamak hasta bakımı hizmetini halkımızın, köyde ve kentte, kolayca kullanabilmesi için atılan adımdır.

            Hastane hizmetlerine gelince, Türkiye yatak sayısı bakımından az gelişmiş ülkelerin sınırının çok ilerisindedir. Ancak laboratuvar ve hemşirelik hizmetleri, hastane hekimlerinin tutumu gibi nedenlerle bu hizmetin niteliği düşüktür. Çevreye yönelik sağlık hizmetlerine gelince, su, lağım, çöp, karasinek ve konut gibi sorunların  -tam olmasa da- çözümlendiği yerler varsa da bu sorunlar önemini korumaktadır.

            Kişiye yönelik koruyucu hizmetlerden beslenme durumu, diğer gelişmekte olan ülkelerden çok iyi olmasına karşın, özellikle çocuklar için hâlâ büyük sorundur. BCG ve çiçek aşısı uygulamasında büyük başarı sağlanmasına karşın, polio, difteri, boğmaca gibi hastalıkların önemli sayıda görülmesi, sık sık kızamık salgınları çıkması bu hizmetteki eksikliğin kanıtıdır. Aşırı doğurganlık, mutlu azınlık için sorun olmaktan çıkmıştır. Ancak, işçi, çiftçi gibi çoğu az gelirli aileler için olumsuz etkisini sürdürmektedir. Tüberküloz dışında erken tanı hizmetleri etkili olacak şekilde örgütlenmemiştir. Halka etkili biçimde sağlık eğitimi yapılamamaktadır.

            Özet olarak diyebiliriz ki, halka çeşitli sağlık hizmetleri götürülmektedir. Son elli yılda bu hizmetler sürekli olarak gelişerek daha nitelikli biçimde sunulmaktadır. Bununla birlikte, birer sorun olarak görülen ve kontrol edilmesi mümkün hastalıkları ve ölümleri önleyecek düzeye erişilememiştir. Bu durumda kendimize bir soru daha sorabiliriz. “Ne için Türkiye’de sağlık hizmetleri istenen düzeye erişememiştir?”

            3.Sağlık Hizmetlerinin Gelişmemesi ve Kullanılmamasının Nedenleri:

            Bir ülkede sağlık hizmetlerinin gelişmemesinin nedenleri incelenince, genel olarak üç temel neden olduğu görülür: Yeter sayı ve nitelikte sağlık personeli olmayışı; örgütlenme hataları ve ülkenin mali gücünün yetersizliği. Mali güç yetersizliği, tesis, araç ve gereç eksikliği, işletme harcaması için ödenek yetersizliği şeklinde kendini gösterir. Acaba Türkiye’de insangücü ve mali güç yetersizliği veya örgütlenme hatası nedeniyle mi sağlık hizmeti gelişmemiştir?

            Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri tüm ülkeye yayıldığı zaman kırsal bölgede 2.000-3.000 hekimin çalışması gerekecektir. Halen Türkiye’de 20.000 hekim çalışmakta ve tıp fakültelerinden yılda binden çok hekim mezun olmaktadır. Halen kırsal bölgede yeter sayıda köy ebesi ve sağlık memuru vardır. O halde sorun sayısal yetersizlik değildir. Hekimden yararlanmada sorun, hekimlerin büyük merkezlerde yığılması, aşırı ölçüde uzmanlaşmaları ve yanlış eğitim sonucu hastanelerde çalışmaya koşullandırılmalarıdır. Koruyucu hekimlik hizmetlerinin en önemli görevlisi olan köy ebeleri yönünden sorun, okulda verilen eğitimin yetersizliği ve hizmet yerinde hekimlerin destekleyici denetiminden yoksun olmalarıdır. Demek oluyor ki köy ebelerinin görevlerini iyi yapamamalarının önemli nedeni, yine hekim dağılımı ve hizmetindeki aksaklığa bağlanmaktadır.

            Ülkemizde sağlık hizmetinin örgütlenmesi sorunu ayrı bir yazı konusu olacak kadar geniştir. Bu yazıda sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesindeki örgütlenme modelinin çağdaş örgütlenme eğilimlerine uyan, ülkemizin gereksinme ve olanaklarıyla bağdaşan bir model olduğunu belirtmekle yetinelim.

            Türkiye’de tesis yetersizliği de söz konusu değildir. Hacettepe Tıp Fakültesiyle Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının birlikte yürüttükleri örnek uygulama alanı olan Etimesgut Sağlık Bölgesinde, 10.000 kişiye 10 hasta yatağıyla yeterli bir hizmet sunulmaktadır. Türkiye’de 10.000 kişiye 25 yatak vardır. Bu konuda da sorun, tesislerin iyi dağılmış olmaması ve verimli işletilememeleridir. Finansman sorununu hükümetin mali gücü yönünden incelersek, hükümetlerin mali gücünün bugünkünden çok daha iyi bir hizmet için yeterli olduğunu görürüz. 1974 yılında, Etimesgut Sağlık Bölgesinde sağlık ocağı hizmetlerinin kişi başına maliyeti 44 lira idi. Buna göre, koruyucu hekimlik hizmetleriyle evde-ayakta tedavi hizmetlerini tüm ülkede aynı düzeyde yapmak için gereken harcama yaklaşık olarak 1.5 milyar dolayındadır. Bu miktar genel bütçenin yüzde biridir.

            Bir ülkede sağlık düzeyinin yükselmesi için hizmetin varoluşu yeterli değildir. Halkın onu kullanabilmesi için gerekli koşulların da oluşması gerekir. Halkın varolan hizmetten yararlanması üç etkenin etkisi altındadır. Bunlar, halkın ekonomik gücü, kültürü ve sağlık tesisinin kişinin oturduğu yere uzaklığıdır. Türkiye gibi geliri düşük ve gelir dağılımı aşırı ölçüde dengesiz olan bir ülkede tüm halk, kendisine yapılan hizmete para ödeyerek, hizmetten yararlanamaz. Hizmetten ancak parası olan bir azınlık yararlanır. Kültüre gelince, halk, genellikle köyde yaşayanlar, kendileri ve çocukları için hekimden gerektiği ölçüde yararlanmaya alışmamışlardır. Bu onların kusurları değildir. Çağlar boyu çevrelerinde hizmetinden kolaylıkla yararlanacakları hekim bulunmayan bir toplumda bu alışkanlıkların doğması elbette beklenemez. Kültürle ilgili ikinci nokta, halkın sağlıkla ilgili konularda bilgi, tutum ve uygulamalarındaki hatalardır. Çevresinde sağlık konusunda kendilerini eğitecek hekim ve sağlık personeli bulunmayan kimselerin hatalı davranışlarını doğal karşılamak gerekir.

            Ülkemizde sağlık hizmetlerinin gelişmemesi nedenlerini, öncelikle çözümlenmesi gerekli sorunun ne olduğunu saptama amacıyla tekrar gözden geçirirsek, en önemli iki nedenden birinin, hekimlerimizin halk hizmetinde gerektiği şekilde kullanılamamaları olduğunu görürüz. İkinci neden de hükümetlerin sağlık hizmetine önem verdiklerini savunmalarına karşın, bunun gerçek olmayışıdır. Hükümetler, her alanda olduğu gibi, hizmetin gereklerini yapma yerine baskı gruplarını tatmin etmeyi yeğ tutmaktadır. Burada sözü edilen baskı gruplarından biri hekimler -özellikle muayenehanelerinde çok para kazananlar-, diğeri de para ve nüfuzlarıyla hekim ve devletin sağlık tesislerinden kolayca ve geniş ölçüde yararlanmaya ve personel nakil ve atamalarını kontrol etmeye alışan azınlıktır.

            4.Niçin Hekimler Tüm Halka Hizmet Edemiyor?:

            Sağlık sorunlarımızın doğuşunun temel nedenlerinden en önemlisi, hekimlerin çalıştırılması sorunu olduğuna göre, hekimlerin, hizmetin gerektiği biçimde, yurt içinde dağılmaları için ne yapmak gerekeceği yanıtını bulmak gerekir. Niçin hekimler büyük kentlerde toplanıyorlar? Uzmanlaşmayı yeğ tutuyorlar? Koruyucu hekimlik hizmetinde çalışmak istemiyorlar? Bunun temel nedeni, hekim hizmetine pazar ekonomisi kurallarının yön vermesidir. Bunun doğal sonucu olarak ta hekim kazancın çok olduğu yere ve alana kaymaktadır. Bu bir ekonomi yasasıdır. Yasama organlarının koyduğu yasalarla, insancıl duyguları harekete geçirmekle sonuç değiştirilemez. Zorunlu hizmet yasaları da bu nedenle işlemez. Dış ülkeler büyük ölçüde hekim çekerken, dengeyi hekim sayısını artırarak çözmek hayalci bir yaklaşımdır. O halde ülkemizde sağlık hizmetlerinin gelişmesi için yapılacak ilk iş, hekimlik hizmetini -bazı istisnalar dışında- hekimlerin belirli ve sabit bir ücret karşılığı yaptıkları bir kamu hizmeti haline getirmektir. 1961 yılında sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi yasasında, kamu sektöründe çalışan hekimlerin muayenehane kapama zorunluluğu ve mukaveleyle istihdam edilmeleri ilkesinin kabulünün nedeni bu düşüncedir. Yasanın bu hükmü, 1963 ve 1964 yıllarında CHP hükümetlerince uygulanmış, 1965’den sonra Adalet Partisi hükümetleri bir yığın ödünler vererek işi, yasanın bu maddesini uygulamamaya kadar vardırmışlardır.

            Sağlık hizmetleri, satılan bir hizmet olmaktan çıkarılıp verilen bir hak haline getirilince, hizmetten yararlanmayı önleyen, halkın ekonomik gücünün yetersizliği de olumsuz bir etken olmaktan çıkacaktır. Milli Cephe hükümetinin yasalaştırmaya çalıştığı genel sağlık sigortası tasarısı, pazar ekonomisi düzenini desteklemektedir. Bu tasarı kabul edilirse büyük merkezlerde hekim talebi artacak, dağılım dengesi daha da bozulacaktır.

            Hekimlerimizin tıp fakültelerindeki eğitimleriyle kendilerinden beklenen hizmet arasındaki çelişki de, önemli bir sorundur. Tıp öğrencileri eğitimleri süresince tıp merkezlerinde ya da en azından bir hastanede çalışmak için koşullandırılarak eğitilmektedirler. Altı yıl fakülte hastanelerinde en ileri teknolojik olanaklardan yararlanarak hasta bakımından başka bir şey görmeyen bir tıp öğrencisinden, bir sağlık ocağının sınırlı ortamında mesleki yönden tatmin olması nasıl beklenebilir? Şu bir gerçek ki, bu çeşit eğitim gören hekimler pnömoni ve ishal tedavi ederek, yüzlerce çocuğun hayatını kurtarmanın da şerefli bir hizmet, bir meslek başarısı olduğunu kabul edememektedirler.

            Bir İngiliz hekimi olan Leeson’un az gelişmiş ülkelerde tıp hizmet ve eğitimini değerlendirişi bizi uyarmalıdır. Leeson diyor ki: “Az gelişmiş ülkelerde tıp eğitimi yeni sömürgeciliğin örneklerindendir. Az gelişmiş ülkeler, tıp merkezleri kurmaya ve batı standartlarında hekim yetiştirmeye özendirilmektedirler. Tıp merkezleri, gelişmiş ülkelerin tıp araç ve gereçleriyle ilaç sanayiine iyi bir pazar olmakta, burada yetişen hekimler de, gelişmiş ülkeler için ucuz hekim kaynağı teşkil etmektedirler.”

            5.Sonuç:

            Sağlık personeli eğitimini, ülkemizin gereksinmesine göre yapmadan, hekimlerin halk hizmetinde kullanılmalarını engelleyen pazar ekonomisi düzeni değiştirilmeden,

            a-Hekimlerin yurt içinde dengeli bir biçimde dağılmaları,

            b-Köy ve kentlerde tüm hastaların hekim hizmetinden gerektiği şekilde yararlanmaları,

            c-İlk basamak hasta bakımı hizmetleriyle hastane bakımının ahenkli bir şekilde yürütülmesi,

            d-Köy ebelerinin, hekimlerin denetimiyle ana-çocuk sağlığı, aile planlaması, sağlık eğitimi gibi koruyucu hizmetleri geliştirmeleri,

            e-Sağlık memurlarının, hekimlerin yakın denetimi altında, çevre sağlığı ve sağlık eğitimi hizmetlerini yürütmeleri,

            f-Tüm halkın sağlık hizmetlerinden eşit şekilde yararlanması beklenemez.

            Hekimleri hizmette kullanma düzeninden başlayarak sağlık düzeyini yükseltmek için gerekli tüm önlemler alınabilir mi? Alınabilirse nasıl? Sağlık hizmeti tümün bir parçasıdır. Tümüyle çağdışı kalan ya da en azından bugünkü düzeni sürdürmek isteyen hükümetler bu önlemleri alamaz. Halkımız, günü, aksak liberal düzenini değiştirecek bir hükümeti iş başına getirir ve bu hükümet, örgütlenme, insangücü, finansman ve işletme önlemlerini bilimsel bir görüşle, birbiriyle çelişen politikalar gütmeden ve disiplinli bir şekilde uygularsa, sağlık sorunlarımız az gelişmiş ülkeler düzeyinden kurtarılarak gelişmiş ülkeler düzeyine yükseltilebilir.            



* Özgür İnsan, Sayı:32, 1976

 

BAŞA DÖN.....ANA SAYFA.....SAYFA BAŞI