Daha
Mutlu Yarınlar İçin Bir Çağrı
Herkes -sözde
kalsa bile-toplumumuzun çağdaş uygarlık düzeyine erişmesini istiyor. Bu amaca
ulaşabilmek için önce çağdaş uygarlık kavramında görüş birliğine varmak
gerekir. Zengin bir ülke olursak çağdaş uygarlık düzeyine erişmiş sayılabilir
miyiz? Petrol zengini ülkeler çağdaş bir toplum sayılmadığına göre milli
gelirimizin yükselmesi çağdaşlık için geçerli bir ölçüt olamaz. Çağdaşlık
kavramı ekonomik olmaktan çok sosyal ve kültürel etmenlerin belirlediği dinamik bir
kavramdır. Bugünün en uygar bir ülkesini bulunduğu düzeyde tutmak olasılığı
olsa, o ülke 21.yüzyılda çağdışı kalır. O halde 20.yüzyılın ikinci yarısında
çağdaş uygarlık nedir? Bu çağın uygarlığını simgeleyen Birleşmiş Milletlerin
“İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” dir. Bir ülke bu bildirgenin koşullarına uyum
sağlayabildiği ölçüde uygardır. Bu bildirgenin saptadığı uygarlık
koşullarından biri “Herkesin mümkün olan en yüksek düzeyde sağlık hizmetine
kavuşmasıdır”. Bir yerde hastaların en yüksek tıp teknolojisinden yararlandığı,
bir başka yerde çoğu hastanın yarasını saracak hekim, ağrısını dindirecek bir
analjezik bulamadığı bir ülke çağdaşlaşmış sayılmaz.
Ne için çağdaşlaşamıyoruz?
Bunun nedenini davranışlarımıza yön veren kültürümüzde aramamız gerekir. Biz,
bireyci bir toplumun çocuklarıyız. Ata sözleri kültürün aynası sayılabileceğine
göre; “Her koyun kendi bacağından asılır”, “Gemisini kurtaran kaptan” diyen
bir ulusun, her toplumsal sorun karşısında, bir araya gelerek bir güç oluşturması
kolay değildir; belki de olanaksızdır. Güçlü olamayanların da ezilmesi ve sömürülmesi
doğaldır.
Hekimlerin güç
birliği yapmaları, sorumluluklarının bilincini birey düzeyinden toplum düzeyine çıkarmaları,
ülkemizin sağlık alanında beklenen atılımı yapmasının yolunu açacaktır.
Demokratik ülkelerde sosyal ve ekonomik sorunlar, toplumun yararına olarak hükümetlerin,
kamu kuruluşu niteliğindeki birlikler, sendikalar ve derneklerle özgür ve eşit
koşullar içinde etkileşmeleriyle çözümlenir. Bu kurumlar, toplumsal sorun saydıkları
konularda görüşlerini halka duyurmalı ve hükümetlere baskı yapabilmelidir.
Demokrasi böyle bir etkileşim olursa iyi ve üstün bir rejimdir. Osmanlı saltanatı
tarihe karışalı 63 yıl oldu. Ne yazık ki, Cumhuriyet Hükümetleri ve yöneticiler,
Osmanlı Hükümetleri ve yöneticilerinden miras kalan antidemokratik gelenek ve alışkanlıkları
sürdürmektedirler.
Yazımı bir çağrı
ile bitiriyorum. İnsanlık yolunda verdiğimiz hekimlik andının eksiksiz yerine gelmesi
için Türk Tabipleri Birliği çatısı altında hizmetlerimize daha çok önem verelim
ve hükümetlerin, Anayasamızın ikinci maddesine -demokratik, laik, sosyal bir hukuk
devleti olma ilkesine- saygılı olmalarını sağlamak için uğraşlarımızı
arttırarak sürdürelim. Türk Tabipleri Birliği üye ve yöneticilerinin, meslekleri ve
halkın sağlığıyla ilgili işleri yürüten ahenkli bir ekip olarak bütünleşmesi, Türk
Toplumunun gerçek anlamıyla demokrasiye ulaşacağının müjdecisi olacaktır.
1908 devrimine
katkıda bulunan Tıbbiyeli ağabeylerimizin ve “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için”
diyen Atatürk’ün ruhları şad olsun.*
* T.T.B.Haber Bülteni, Sayı : 12, Mart 1987
|