PROF. DR. NUSRET FİŞEK'iN KİTAPLAŞMAMIŞ YAZILARI - I
Sağlık Yönetimi

 

Türkiyede Sağlık Hizmetlerinin  Geleceği *

Türkiye’de sağlık hizmetlerinin ne şekilde gelişeceği 1961 yılında Milli Birlik Komitesi tarafından bir yasayla saptanmıştır.  Birinci, ikinci ve üçüncü beş yıllık kalkınma plânlarında da Türkiye’de gelecekteki sağlık hizmetlerinin bu yasada öngörüldüğü biçimde sosyalleştirileceği hükme bağlanmıştır. Dördüncü beş yıllık kalkınma plânı sağlık sektörü raporunu hazırlayan komisyon da aynı görüştedir. Buna karşın , hâlâ bu sistem uygulanabilir mi? veya yararlı mıdır? sorusuyla karşılaşılmaktadır. Bu yazının amacı, ne için bazı kimselerin bu konuda kararsız olduğu veya kuşku yaratmak istediklerini , ne için 1960 yılından bu yana uzmanlar tarafından savunulduğunu açıklamaktır.

Karşılaşılan birinci sav “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası yürümez, yürütülemez” dir.Şayet bu sözü söyleyenler gerçekten sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi hakkındaki yasayı biliyorlarsa demek istiyorlarki : “Bu ülkede sağlık hizmeti herkese eşit surette götürülemez.” Çünkü yasanın tanımlar maddesinde (2.madde , 3.fıkra) sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi şöyle tanımlanmıştır: “Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi, vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile kamu sektörüne bağlı kurumların bütçelerinden ayrılan ödenekler karşılığı her çeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine yapılan harcamanın bir kısmına katılmak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.”

Kendimize bir soru sorabiliriz. “Acaba, bu sistemin uygulanamayacağı görüşü mü doğru, yoksa uzmanların savunduğu destekleyici görüşü mü ? “Buna yanıt bulmak için, sistemin uygulanabilirliğini objektif olarak incelemek gerekir. Sisteme karşı çıkan baskı gruplarının olumsuz etkisi bir yana bırakılırsa, sistemin uygulanabilirliği iki etkene bağlıdır. İnsan gücü ve finansman kaynağı. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi yasasına göre: köyde ve kentte koruyucu hekimlik ve evde-ayakta tedavi hizmetini sağlık ocakları yürütür. Yasa  bir sağlık ocağı bölgesindeki nüfusu 5000 ile 10000 arasında sınırlamıştır. Buna göre, kırsal bölgede 7000, kentsel bölgede 5000 kişiye bir hekim verilirse, köy ve kentlerde sağlık ocaklarında çalışacak hekim sayısının 7000 civarında olacağı görülür. 1976 yılında Türkiye’de çalışan hekim sayısı 22.943 idi. Demek oluyor ki sayısal bir sorun yoktur, dağılım bozukluğu sorunu vardır. Dağılım ise uygun yönetim önlemleriyle düzeltilebilecek bir durumdur. Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre, sağlık ocaklarının diğer önemli personeli olan ebeler ve sağlık memurlarında ne sayı yetersizliği ve ne de dağılım bozukluğu vardır. Finansman sorununa gelince: Hacettepe Üniversitesi Toplum Hekimliği Enstitüsü, Sağlık Bakanlığının izni ve işbirliğiyle 10 yıldır Etimesgut Bölgesinde 70.000 nüfusa, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi yasasının öngördüğü biçimde, sağlık hizmeti götürmektedir. Bu bölgede 1975 yılında kişi başı sağlık ocaklarındaki harcama 86 lira idi. Bu sayı Türkiye nüfusu ile çarpılırsa yıllık harcama 3,5 milyar eder. Köyler için gereken ödenek ise 1,8 milyardır. Bütçesi 200 milyara ulaşan bir ülke için, hükûmet, halkına sağlık hizmeti götürme isteğinde samimi ise, bu ödenek verilmeyecek bir ödenek değildir.

           

Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti halka ne verecektir? Öngörülen örgüt halka evlerinde her çeşit koruyucu hizmeti sunacak, hastaları evde-ayakta ücretsiz tedavi edecektir. Kırsal bölgede doyurucu bir sağlık hizmetinin sunulmasının sosyal etkileri de vardır. Örneğin köyden kente göçte, çekici kuvvetler arasında sağlık hizmetlerinden yararlanma isteği de vardır. Köylerde sağlık hizmeti, en azından yaşlıları kente bağlanmaktan kurtarır. Bundan başka sanayiin köylere yayılması için gerekli olan teknik elemanın kentten köye gitmeyi kabul etmesinde, kırsal bölgede iyi bir sağlık hizmetinin bulunup bulunmamasının da rolü vardır. Bu nedenle kırsal bölgede sağlık ocakları köy-kentlerin gelişmesinde önemli oranda etkili olacaktır. Sağlık hizmetlerinin kültürel değişmedeki etkisini, tanınmış İngiliz ekonomist Barbara Ward şöyle belirtir: “Hekimlik, insanların bilmedikleri ve ummadıkları fakat çok istedikleri işleri yaparak onların düşünüş ve davranışlarında o kadar büyük değişmelere neden olmaktadır ki, bundan sonra onların her hususta daha iyiyi elde etmek isteklerini durdurmak veya geriye dönmek artık mümkün olmuyor.”

Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinin öngördüğü örgütün götürdüğü bu hizmetlerin etkinliği nedir? sorusunun yanıtını da, Etimesgut bölgesindeki gözlemlere dayanarak verebiliriz. Bu bölgede on yılda ölüm oranı binde 10,6’dan 6,6’ya , doğum oranı binde 35’den 25’e düşmüş, doğuşta beklenen yaşam süresi erkeklerde 56 yıldan 65 yıla, kadınlarda 58 yıldan 70 yıla yükselmiştir. Bu sağlık düzeyi, üç büyük kentimizde ulaşılamayan düzeydir. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi sistemi uygulanabilir mi, uygulanamaz mı diye tereddüt edenler, Etimesgut köylerinde çalışan hekimler, sağlık personeli ve orada yaşayan halkla konuşmadan yargıya varmamalıdır. Etimesgut ve köyleri, Ankara’da yaşayanlar için uzak bir yer değildir, sadece 10-15 kilometre.

            Uzmanların, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesini savunmalarının nedenlerine gelince: Bunun nedenlerinden biri, bu sistemin öngördüğü örgütlenmenin bilimsel gerçeklere ve ülkemizin koşullarına en uygun sistem oluşudur. Sistemi bilmeyen okuyucular için örgütlenmeyi kısaca açıklayalım. Sistemin temel birimi köy ve kentlerde kurulacak sağlık ocaklarıdır. Bir ocak, hekim, hemşire, sağlık memuru ve halk sağlığı hemşireliği ve ebelik hizmeti yapan köy ebelerinden kurulu bir ekip tarafından yürütülür. Hekim, kendi bölgesindeki hastaları evde ve ayakta tedavi   eder, gerekenleri bağlı olduğu hastaneye gönderir. Koruyucu hekimlik hizmetleri ocak hekiminin denetim ve desteği altında diğer sağlık personeli tarafından yürütülür. Bu hizmetler dispanserler gibi özel koruyucu hekimlik birimleri tarafından da desteklenir. Sistem serbest hekimliği yasaklamamakta, isteyen hastalar eskisi gibi ücret ödeyerek serbest hekimlerden yararlanabilmektedirler. Getirilen kısıntılar, kamu kesimini seçen hekimlerin ücret karşılığı hasta bakamaması ve hastaların ocak hekimine başvurmadan hastaneye giderlerse ücretsiz tedavi hizmetinden yararlanamamalarıdır.

           

Sistemin en önemli üç özelliği koruyucu hekimlikle tedavi hekimliğinin katıştırılması (entegre edilmesi), köylere kadar her yere halkın kolayca kullanabileceği biçimde tedavi hizmeti götürülmesi ve personelin hizmet içinde sürekli olarak eğitilebilmeleridir. Koruyucu hekimlik hizmetleriyle tedavi hizmetlerinin katıştırılması ülkemizde tartışılan bir konudur. Bunların ayrı olarak ele alınmasını isteyenler, koruyucu hizmetlerin devlet görevi olduğu, tedavi hizmetlerinin ise sigortayla desteklenen özel hekimlerin yapacağı iş olduğu görüşündedirler. Bu görüş İkinci Dünya Savaşına kadar yaygın bir görüştü ve doğru olarak kabul edilirdi. Bu görüş bugün geçerliliğini yitirmiş ve geçmişe gömülmesi gereken bir düşünce olmuştur. Zamanımızda her iki hizmet de devlet hizmeti sayılmaktadır. Anayasamızda da bu görüşe uygun olarak tüm sağlık hizmetleri devlet görevi olarak kabul edilmiştir. Örgütlenmede bu iki hizmeti birbirinden ayrı düşünmek, özellikle kaynakları sınırlı olan ülkeler için, olanaksızdır. Bunun  çeşitli kanıtları ayrıntılı olarak bu yazı çerçevesinde sunulamaz. Ancak şunu belirtmekle yetinebiliriz: Koruyucu hizmetler dendiği zaman sadece çevre sağlığı ve bulaşıcı hastalıklarla savaş anlaşılmaz. Koruyucu hekimlik hizmetleri bulaşıcı hastalıklarla savaş yanında, halkın sağlık konusunda eğitimi başta olmak üzere, sağlam kişilerin periyodik muayeneleriyle erken tanı ve tedavi ve aşırı doğurganlığın kontrolü gibi tedavi hekimliğinden ayrılmayan hizmetleri de kapsar. Kaynakları sınırlı olan bir ülke, köylerine kadar, hem bu koruyucu hizmetler için ve hem de hasta tedavisi için ayrı örgüt kuramaz. Bu insangücü ve mali kaynak israfı olur.

           

Tedavi hizmetlerinde örgütlenmeye gelince; gelişmiş ülkelerin hepsinde tedavi hizmeti iki basamaklı olarak örgütlenmiştir. Sağlıklı sistem budur. Örgütün ilk basamağı hastanın toplum içinde başvurduğu hekimdir. Bu hekim hastaların yüzde 90-95’ini tedavi eder. İngiltere’de genel pratisyenler , Batı  Almanya’da

hastalık sandıkları (sigorta) hekimleri ve S.S.C.B.’de uçastok hekimleri bunun örnekleridir. İkinci basamak hastanede yapılan tedavi hizmetidir. Örgütün ilk basamağındaki hekim gerek görürse hastasını hastaneye yollar. Bu nedenle hastanelerde yığılma olmaz ve hasta bakım maliyeti gereksiz yere artmaz. Türkiye dahil, az gelişmiş ülkelerde hasta tedavi hizmetiyle kıyaslanırsa, en az gelişmiş olan hizmet ilk basamak hekimlik hizmetidir. Bu hizmet doyurucu olarak, sadece parası olan hastalara muayenehanede yapılmaktadır. Muayenehane   hekimlerinin devlet hastanelerinde görev almaları batıdaki gibi iki basamak arasında işbirliği kurma olanağı verir. Ancak bu sistemin tüm halkın yararına değil, belli bir azınlığın ve hastaneleri bu biçimde kullanan hekimlerin yararınadır. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesinde örgütün temel birimi olan sağlık ocaklarının kurulma amaçlarından biri, ülkemizde de evde-ayakta tedavi hizmetini herkesin yararlanabileceği ölçüde ve iyi bir şekilde geliştirmektir.

           

Sistemin üçüncü özelliği, personelin sürekli eğitimini öngörmesidir. Bu, son on yılda, sağlık yönetim uzmanlarını en çok ilgilendiren konulardan biridir. Yapılan gözlem ve araştırma sonuçları göstermektedir ki, hekimlerin büyük çoğunluğu fakülteyi bitirdikten sonra tıbbın gelişmelerini gerektiği  ölçüde kovalamıyorlar. Bir kısmının tek bilgi kaynağı, ilaç firmalarının mallarının sürümünü arttırmak için yaptıkları propaganda yayınlarıdır. Diğer personelin mezun olduktan sonra sürekli eğitim olanakları daha da sınırlıdır. Fakültelerde ve sağlık personeli yetiştiren okullarda yapılan eğitimin düzeyinin düşük olduğu ülkelerde, okul ötesi sürekli eğitim daha çok önem kazanır. Bugün, gelişmiş ülkeler dahil, her ülkede hekimlerin sürekli olarak eğitimi için çaba harcanmaktır. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesinde sağlık ocaklarında hekimlerin sağlık memurlarını, hemşire ve ebeleri iş başında sürekli olarak eğitmeleri, Devlet Hastanesi uzmanlarıyla halk sağlığı uzmanlarının ocak hekimlerini ve eğitim hastaneleriyle tıp fakülteleri hastanelerinin uzmanlarının da devlet hastanesi uzmanlarını sürekli olarak eğitmeleri öngörülmüştür.  İşte bu nedenlerledir ki uzmanlar bu sistemi uygulamalarını hükümetlere ısrarla önermektedirler.

            Yasa, 1963 yılında uygulanmaya başlamış, beş yıllık kalkınma planları çelişkisiz olarak sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi hakkındaki yasanın getirdiği düzenin, ülkenin sağlık düzeni olacağını hükme bağlamış; bu uygulamalar için Türkiye Büyük Millet Meclisinin tahsis ettiği ödeneklerle 1,9 milyar liralık yatırım yapılmış; buna karşın hizmet beklenildiği ölçüde başarılı olmamıştır. Niçin? Çeşitli nedenler arasında en önemlileri, sağlık ocaklarının hekim kadrolarının büyük çoğunluğunun boş olması; ocakların taşıt, ilaç, araç ve gereç gereksinmelerinin yeter düzeyde ve sürekli olarak sağlanmaması; hekimler dahil tüm personelin ocaklarda kendilerinden beklenen hizmeti yapacak biçimde ve düzeyde eğitilmemiş olmalarıdır.

            Niçin bu olanaklar sağlanmamıştır? Bunun nedeni 1965’den bu yana iktidarda bulunan hükümetlerin sağlık hizmetine önem vermemesi, yasanın uygulanması için alınması gereken önlemlerin alınmasının işlerine gelmemesi ve yönetimin yetersizliğidir. Hükümetlerin bu yönde hareket etmelerinin nedeni de, bir kısım nüfuzlu muayenehane hekimleriyle para ödeyerek sağlık hizmetinden istedikleri ölçüde ve en yüksek düzeyde yararlanmaya alışan bir azınlığın bu olanağı kaybetme endişesinden doğan baskıdır.

            Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi yasası sağlık alanında zorunlu olan devrimi getiren bir yasadır. Anayasnın öngördüğü sosyal adalet ilkesini sağlık alanında, anayasanın kabulünden önce yasalaştıran bir belgedir. Her devrimde olduğu gibi bazı çevrelerde tepkiyle karşılanmakta, üzerinde kuşkular yaratılmaya, yozlaştırılmaya ve unutturulmaya çalışılmaktadır. Yazımı dört genç hekim arkadaşımın bu konudaki bir yazılarından bir paragraf aktararak bitirmek istiyorum.

            “O halde, geri kalmış bir ülkenin biz hekimleri ve tüm aydınları için, sorun bir seçenek sorunudur. Çoğunluktan yana olmak ya da olmamak sorunu. Ama bizim kararımız, ne olursa olsun, toplumbilimsel olarak saptanmış bulunan çizgisinde değişmeye devam edecektir. Belki ağır ağır, belki de zorlana zorlana; ama mutlaka olacaktır bu değişim. Bu süreç içinde sosyalizasyon uygulaması bugün terkedilse bile; yarın belki başka bir isimle yolumuza çıkacaktır.”              



* Özgür İnsan, Cilt:6, Sayı:46, 1977

 

BAŞA DÖN.....ANA SAYFA.....SAYFA BAŞI