Hekim İstihdam
Politikası*
Ülkemizde sağlık
yönetiminin önemli sorunlarından biri, kamu sektöründe çalışan hekimlere serbest
meslek icra hakkının tanınıp tanınmayacağı konusudur. Geçen yılın son günü,
Milli Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği kanunun geçici oluşu, şimdilik Konseyin bu
konuda kesin bir karara varmadığını düşündürmektedir. Bu nedenle sorun güncelliğini
korumaktadır.
Kamu personel
rejiminin temel kurallarından biri, hiçbir memurun serbest olarak mesleğini icra
edemeyeceği ve ticaret yapamayacağıdır. Bu kuralın uygulamasında, hekimler
dışında, önemli bir aksaklık görülmemektedir. Hekimlere gelince; kamu kesiminde
çalışan hekimlere serbest meslek icra hakkı tanınmayınca, bunlar özel sektöre
kaymakta, kamu sağlık hizmetleri aksamakta ve hatta durmaktadır. Bu nedenle hekimlere
bir ayrıcalık tanıma zorunluğu doğmaktadır. Sağlanabilecek ayrıcalık ya hekimleri
hem memur hem de serbest meslek mensubu saymak, ya da hekimlere kabul edebilecekleri bir
yaşam standardı sağlayacak ölçüde ücret ödeyerek personel rejiminin temel ilkesini
korumaktır.
Birinci çözüm
hekimler için kârlı olanıdır. Çünkü bu sistem hekime bir yandan memurluk haklarından
ve güvencesinden yararlanma olanağı vermekte, öbür yandan da gücünün yettiği
kadar para kazanma özgürlüğü sağlamaktadır. Şayet hekimin değer hükümleri
elveriyorsa kamu sektörü tesislerini de kendi çıkarı için kullanarak daha fazla
kazanç sağlayabilmektedir. Bu çözüm, hekime ücret ödeyecek güçte olanları da
memnun etmektedir. Çünkü, onlar hem daha çok sayıda hekim arasından seçim
yapabilme, hem de hasta oldukları zaman kendilerini kamu kesimi hastanelerine yatırıp -özel
hastanelere kıyasla daha ucuza ve daha iyi koşullarda- tedavi olanağı sağlayacak
hekimi kolayca bulabilmektedir. Amaç kimilerini memnun etmekse bu çözümü kabul
etmemek için neden yoktur. Ancak bu sistemin kamu yararına olmadığı da gözden uzak
tutulmamalıdır.
Bu sistem kamu
yararına değildir. Çünkü bu sistem hekimi, kamu kuruluşlarındaki hizmetini ikinci
plana itmeye zorlar. Hekim, gücünü ve zamanını çoğunlukla özel kazancı için
harcama durumuna düşer. Bu doğaldır. Serbest kazancın söz konusu olduğu durumlarda
davranışlara hukuk ve ahlak kurallarından çok, pazar ekonomisi kuralları yön verir.
“Kârı azamiye çıkarmak” pazar ekonomisi kurallarından biridir. Ancak bu demek
değildir ki her hekim bu biçimde hareket eder. Doğal olarak her kuralın kuraldışı
olanları da vardır.
Bu sistemin bir
başka sakıncası da koruyucu hekimlik hizmetlerinin gerektiği ölçüde geliştirilmesini
engellemesidir. Koruyucu hekimlik hizmetleri kişiler tarafından gereksinme duyulan bir
hizmet değildir. Bu hizmetler parasız olarak sunulsa bile kabul edilmeyebilir.
Kişilerin, sağlığı koruyucu önlemlere uymaları, onları uygulamaları için
sürekli eğitilmeleri gerekir. Bu nedenle hiçbir ülkede koruyucu hekimlik hizmeti satılan
bir hizmet olmamıştır. Herkesin para kazanma yarışında her yola başvurduğu bir
toplumda, hekimlerin muayenehane açma haklarını kullanarak kendilerine gönençli
(müreffeh) yaşam sağlamaktan vazgeçmeleri, koruyucu hekimlik ve sağlık yönetimi
alanında uzmanlaşmaları beklenemez. Halbuki sağlık hizmetlerinde öncelikle ele alınacak
hizmet, koruyucu hekimlik hizmetleridir. Her alanda Atatürk’ten esinlenmenin canlandığı
bir dönem yaşıyoruz. Atatürk’ün Büyük Millet Meclisini açış söylevlerinde sağlık
kısımlarına bakınız. Tedavi hizmetlerinin değil, koruyucu hizmetlerin
geliştirilmesini vurguladığını göreceksiniz.
Dünya Bankasının
“1980 Dünya Gelişme Raporu”na göre, Türkiye sanayileşmemiş 90 ülke arasında
baştan yirmincidir. Sağlık düzeyinde ise otuzuncu sıradayız. Sağlık durumu bizden
daha iyi olanlar arasında kişi başına milli geliri bizim beşte birimiz kadar olan Sri
Lanka (Seylan) da vardır. Bunun nedenlerinden biri, ülkemizde İkinci Dünya Savaşından
bu yana hekimlere tedavi hekimliği alanına kaymayı zorlayan bir düzenin uygulanması
nedeniyle koruyucu hekimlik hizmetlerinin yeterince gelişmemesidir.
Üçüncü sakınca
da bu sistemle “Herkese eşit sağlık hizmeti” amacının sağlanmasının gerçekleşmemesidir.
Muayenehane açma hekimlere bir hak olarak tanınınca, hekimleri herkese hizmet edecek biçimde
yurt içinde yaymak olanaksızdır. Hekimler kazancın yüksek olduğu yörelerde ve
uzmanlık dallarında yığılır. Nitekim, 50-60 yıldır sürdürülen bu uygulama
sonucu, hekimlerin %70’i üç büyük il sınırları içinde toplanmıştır.
Uzmanlaşan hekim oranı Amerika Birleşik Devletlerinden daha fazladır.
Hekimlerin
dengeli dağılımını sağlamak için zorunlu hizmet düşünülebilir. Ancak zorunlu
hizmet muayenehane hekimliğiyle adil bir biçimde bağdaştırılamaz. Zorunlu
hizmetlerini yapan hekimlerin gelir düzeyleri arasında büyük farklar doğar. Bu durum
haklı bir tepki doğurur ve hizmeti olumsuz etkiler.
İkinci çözüm
yolu, hekimlere kabul edebilecekleri bir yaşam standardı
sağlayacak ölçüde ücret ödeme ve tam süre çalıştırmaktadır. Hükümetler
1960’tan bu yana bu sistemi geliştirme çabasındaydı. Türk hekimi, hakkı verildiği
zaman fazlasını aramaz ve halkına hizmetten kaçmaz. Örneğin, 1963 ve 1964
yıllarında memur maaşı üzerine verilen brüt 1.600-2.700 lira aylık tazminat ile yüzlerce
hekim muayenehanesini kapatmış ve doğu illerine gitmiştir. Bu yıllarda Muş, Bitlis,
Van, Ağrı ve Kars hastanelerinde 8-10 uzman, Bulanık ve Erciş hastanelerinde ikişer
uzman vardı. Köy sağlık ocakları dahil hemen tümünün hekim ve sağlık personeli
kadroları doluydu. 1965 yılından sonra gelen hükümetlerin hekim istihdam (bir
görevde kullanma) politikasında yaptığı bir sürü hata, hekimin hükümetlere
güvenini sarsmış ve kadrolar boşalmıştır.
Amaç tüm halka
eşit sağlık hizmeti vermek olduğuna göre, Osmanlı İmparatorluğu dönemi bir yana,
50-60 yıllık Cumhuriyet döneminde uygulanan ve tüm halka sağlık hizmeti götürmede
başarısız olduğu görülen “Hekimin hem memur ve hem hizmetini hastalara para ile
satan kişi” olması sisteminin bundan sonra başarılı olabilmesi de olanaksızdır.
* Cumhuriyet
Gazetesi, 30 Nisan 1981
|