Hasta Bakımında
Ücret Sorunu*
Dar gelirli bir
vatandaşın ya da bakmakla yükümlü olduğu kişilerin hastalandıkları zaman
hastaneye, hekime ve ilaca ödemek zorunda oldukları paranın, bunların ödeme gücünü
aşması ülkemizin önemli sosyal sorunlarından biridir. Ondokuzuncu yüzyıl sonlarına
kadar, Batı’nın gelişmiş ülkeleri de aynı sorunla karşı karşıya idi. Bu
ülkelerin sorunları, sağlık hizmetinde sosyal dayanışma düzeninin kurulmasıyla
çözümlendi. Hastanın kendisine yapılan hizmet için doğrudan ödeme yapması yerine,
bu ödemelerin tümüyle ya devlet ya da sigorta kurumları tarafından ödenmesi sistemi
kabul edildi. Ülkemizde bu sistem, Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) eliyle sigortalılara,
ailelerine ve emeklilerine; devlet eliyle de asker ve sivil memurlara, ailelerine ve
emeklilerine sağlanmaktadır. 1961 yılında kabul edilen sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi hakkındaki yasanın getirdiği ilkelerden birisi, tüm halkın
devletin finanse ettiği sağlık hizmetinden ücret ödemeden yararlanmasıydı. 1962
yılında ve ondan sonra kabul edilen beş yıllık sosyal ve ekonomik kalkınma
planlarında da aynı ilke kabul edilmişti.
Beklenen,
uygulamaların bu yolda gelişmesiydi. Ancak kimi gözlemler, ülkemizde sağlık
hizmetlerinin finansmanında, beş yıllık sosyal ve ekonomik kalkınma planı ilkelerine
aykırı olarak, yeni bir arayış içinde olunduğu izlenimini veriyor. Örneğin, SSK
her muayene için sigortalı hastalardan ücret alma uygulamasına başlamıştır. Bugün
SSK’nın hastalardan aldığı ücret az olduğundan, bu uygulama önemli sayılmayabilir.
Ancak büyük parasal sıkıntıda olan kurum, bu ilke kabul edildikten sonra, bunu ek
finansman kaynağı olarak geliştirmek isteyebilir, sakınca buradadır. Bu durumda işçiler,
sigorta primi ödediği halde, ya hizmetten yararlanamaz ya da ücret ödemek için borca
girer, malını mülkünü satar. Bu bir tahmin değildir. Sağlık Bakanlığı ve Tıp
Fakültelerindeki döner sermayeye hastaların ücret ödeme zorunluluğu bu kamu
kuruluşlarından tüm halkın yararlanmasını büyük ölçüde sınırlamaktadır.
Bunun sonucu dar gelirliler, genellikle bu tesislere başvurmamakta, vuranlar da borca
girmeden ya da mal satmadan hastane borçlarını ödeyememektedirler.
Halkın ve
özellikle hasta olduğu zaman hekime para ödeyemeyen kişilerin sağlığını düşünenleri
ürküten gözlem yalnız bu değildir. Hekimlerin tam süre çalışmalarına ilişkin
yasanın hazırlık çalışmaları sırasında, yetkili bir kişinin hazırlattığı söylenen
bir tasarıda kamu kuruluşlarında hastalardan ücret alınması ve hekimlere bu yolla
toplanan paralardan prim ödenmesi öngörülüyordu. Acaba bu “Sağlıklı yaşam bir
hak değil, kişinin kendi gücü ile satın alacağı bir hizmettir” görüşünün
yeniden doğuşu mudur? Zamanımızın tanınmış ekonomistlerinden Friedman’ın
liberal pazar ekonomisine dayanan sistemlerin her alanda uygulanmasını önerdiğini
biliyoruz. Ancak bu yaklaşımın sağlık alanında hiçbir ülkede başarılı
olmadığını da biliyoruz. Eğer buna olanak olsaydı, hükümetin desteklediği sosyal
dayanışma uygulamalarına karşı olan Amerika Birleşik Devletleri Kongresi 1964
yılında yoksulların ve yaşlıların sağlık harcamalarını devletin ödemesini
öngören yasayı kabul etmezdi.
Herkese eşit
sağlık hizmeti verilmek isteniyorsa, ülkemizde hastalardan kendisine yapılan hizmet için
ücret alınamaz ve alınmamalıdır. Bu yola başvurulursa sağlık hizmetinden
yararlanamayanların sayısı artar. Bu doğrultuda karar vermeyi düşünenler şu gerçeği
bilmelidir: Bir araştırmanın sonuçlarına göre, ülkemizde ölenlerin %43’ü hekim
görmeden, %55’i hastaneye başvurmadan ölmektedir. Biz, sağlık hizmetinden
yararlanmayı kısıtlayıcı değil, bu hizmeti daha geniş ölçüde kullandırma için
önlem alma zorunda olan bir ülkeyiz. Hastaların hemen yarısının hekim görmeden
öldüğü bir ülkede devlet hasta bakım hizmetlerini ücret karşılığı yapmamalı,
hekimleri muayenehanede çalışmaya özendirmemelidir.
Ülkemiz koşullarında
hasta tedavisinin ücret karşılığı yapılmasının en önemli sakıncalarından biri
de hastaların hekime başvurmada gecikmelerine neden olmasıdır. Ülkemizde hastaların
ve ana-babaların çoğu hekime ücret ödeme kaygısıyla hastalığın başlangıcında
bir süre bekler. Hastalığın kendiliğinden geçmeyeceğine inanırlarsa hekime
başvururlar. Böylece, tedaviye geç başlanır, iyileşme olasılığı azalır, tedavi
daha güç ve pahalı olur.
Ülkemizde
hastalardan ücret alarak sağlık harcamalarının tamamını ya da bir kısmını
karşılama, halkımızın çoğunluğu için sakıncalı olduğuna göre, bu hizmetlerin
finansmanı için iki yol kalmaktadır. Harcamaları ya devlet genel bütçeden karşılayacak
ya da genel sağlık sigortası kurarak halktan sağlık hizmetleri için para toplayacaktır.
Ülkemiz koşullarında genel sağlık sigortası uygulanamaz. Bunun nedenleri Türk
Tabipleri Birliği yöneticileri tarafından ve daha önce yayınlanan bir yazımızda açıklanmıştı.
Finansman kaynağı
olarak genel bütçe gösterilince, karşılaşılan itiraz bütçenin yetersizliğidir.
Bu doğru değildir. Bu, hükümetlerin sağlık hizmetine öncelik vermediklerini
saklamak için kullandıkları bir bahanedir. Bu tutumun temel nedeni, sağlık hizmeti için
verilecek ödeneği karşılıksız bir harcama olarak değerlendirmek ve hasta olduğu
zaman tedavi için ücret ödemeyenlerin yaşamını hiçe saymak ve de sağlık
harcamalarını asgaride tutarak kaynakları başka hizmet alanlarına aktarmaktır.
Ülkemizde,
hükümetler istediği takdirde sağlık için daha fazla harcama yapabilir. Bunun kanıtı
milli gelirden sağlık hizmetine ayrılan payın, diğer ülkelere kıyasla çok az oluşudur.
Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı bir araştırmaya göre, sağlık hizmetini
bir devlet hizmeti olarak yürüten İngiltere ve İsveç gibi ülkelerde sağlık bütçesi
milli gelirin %4-5’i kadardır. Tüm sağlık
harcamalarını devletin yüklendiği Sri Lanka (Seylan) gibi az gelişmiş bir ülkede bu
oran %2,4’tür. Dünya Bankası yayınlarına göre, 1979 yılında Türkiye’nin milli
geliri kişi başına 1.200 dolardır. Buna göre Sağlık Bakanlığının bütçesinin
milli gelirimize oranı %1,2 eder. Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınlarına göre
bugün sağlık düzeyimiz, milli geliri 200 dolar olan Sri Lanka’dan daha düşüktür.
Ülkemizde
hastalardan ücret almadan tüm sağlık harcamalarının devlet bütçesinden ödenmesi
sistemini geliştirmek, herkese eşit sağlık hizmeti verebilmek için tek yoldur.
Böylece gücü yetene sağlıklı yaşam hakkı tanınan bir toplum olmaktan kurtulup çağdaşlaşma
yolunda önemli bir atılım yapılmış olacak ve herkese eşit sağlık hizmeti götürme
kararını gerçekleştirme yolunda bir engel daha kalkmış olacaktır.
* Cumhuriyet
Gazetesi, 20 Haziran 1981
|