Temel Sağlık
Hizmetleri ve Sağlık Hizmetlerinin Finansmanı
Konusunda Söyleşi*
SORU- Sayın Hocam, rahatsızlığınızın
olduğu bir zamanda bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim. İlk soruma
şöyle başlamak istiyorum. Sağlık deyince akla ne gelir? Sağlığın en temel kriteri
nelerdir?
FİŞEK- Sağlığın temel tanımı, evrensel
tanımı, sağlık sadece hastalığın ve sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça
ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir. Bu tanım Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO)
Anayasasından alınmıştır. Bütün ülkelerde kullanılan evrensel tanım budur.
SORU- Peki hocam; temel insan hakkı olarak “Sağlıklı
olma hakkının”, anayasalara, yasalara ve uluslararası sözleşmelere girmesinin
nedenlerini açıklar mısınız? Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyim?
FİŞEK- İnsanların sağlıklı yaşam hakkı
konusunda ilk kitabı yazan, 15.yüzyılda yaşayan ve bir İngiliz olan Thomas More’dur.
Ütopya diye bir kitabı vardır. Bu kitapta, herkesin sağlıklı yaşayabilmek için
hükümetlerin, toplumların gerekli önlemleri alması gerektiği yazılır. Ancak,
sağlıklı olma hakkının, insan hakkı olarak kabul edilmesi hareketi 19.yüzyılda
başlar. Ve bunda Alman işçi sendikalarının büyük rolü vardır. Sendikalar, işçilerin
hasta oldukları zaman ücret ödemeksizin tedavi edilmelerinin hakları olduğunu
savundular. Ve kazandılar. Alman hükümeti 1883 yılında bir sigorta sistemi kurarak,
işçilerin ve bütün halkın sağlık hizmetlerinden ücret karşılığı olmadan,
doğrudan bir ödeme olmadan yararlanmalarını sağladı. Bu sistem çok beğenilerek
hızla, diğer bütün gelişmiş ülkelere yayıldı. Yalnız zamanla bu destekleme hükümetin
görevi haline geldi. Esasen Almanya’da başlatılan sağlık sigorta sistemi uygulamada
hükümetin bir hizmetidir. Hükümetin kurduğu bir kamu kuruluşunun yaptığı bir
hizmettir. Özel bir hizmet değildir. 41 yıl önce Bileşmiş Milletlerin İnsan
Hakları Bildirgesinde bu iş evrensel bir hal aldı. İnsan hakları bildirgesine bütün
ülkeler katıldı. Bizim Anayasalarımız da, gerek 61 ve gerekse 82 Anayasaları, İnsan
Hakları Bildirgesi’nin haklar bölümünü aynen kabul etti. Bu hakların başında “herkesin
sağlıklı olma hakkı” gelir. Bundan başka 9 tane daha hak vardır. Bunlar; zorla
çalıştırılmama hakkı, örgütlenme hakkı, konut hakkı, haberleşme hakkı, dinsel
inanç hakkı, düşünce özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlüğü, özel hayatın
gizliliği gibi. Bu hakları saymamdaki amaç, insan ölürse bu hakların hiçbirinin
ortada kalmadığını vurgulamak içindir. Binaenaleyh, bütün bu hakların temelinde
yatan sağlıklı yaşam hakkıdır. Binaenaleyh, hükümet kişi haklarını savunacak ve
gereğini yapacaksa öncelikle, kişinin sağlıklı yaşam hakkını savunması ve yerine
getirmesi lazım. Ama, ne çare ki böyle bir hükümet bulamıyoruz daha.
SORU- Hocam, sağlık harcamalarını, sağlığa
yapılan yatırımları bir tüketim harcaması olarak değerlendirebilir miyiz? Yoksa;
üretime, yani insanın üretkenliğinin artmasına bir katkısı var mıdır? Bu konudaki
tutum ve uygulamaları nasıl buluyorsunuz?
FİŞEK- Efendim; sağlık ekonomisi, ekonomide
son yılların bir yeniliğidir. Sağlık ekonomistleri insanın üretime katkısını,
insanın gereksinimlerini ve maliyetlerini hesaplamışlardır. İnsan; ekonomistlerin
hesaplarına göre en pahalı yatırımdır. Bu nedenle bu yatırımın kaybedilmemesi ve
üretimde kullanılması lazımdır. Kaybedilmemesi demek, insan sağlığının
korunması ve iş veriminin artırılması demektir. Çünkü sadece yaşamak yetmez, iş
veriminin artırılması lazım, iş yerinde yorulmaması lazım. Bütün bunlar sağlıklı
yaşamakla mümkündür. Bu bakımdan sağlığa yapılan yatırım ve harcamalar, üretim
için gerekli bir yatırımdır. Bu bakımdan ekonomistler, sağlık harcamalarını tüketim
harcaması olarak değil, insana yatırım harcaması olarak kabul ederler. Ama bizim sözde
yöneticilere bilimi öğretmek güç. Olur mu öyle şey?
SORU- Hocam, “sağlıklı olma”nın
sağlanması, tek tek kişilerin yapabileceği bir iş midir? Yoksa, bir halk sağlığı,
yani kamu sağlığı hizmeti midir? Devletin özellikle günümüz çağdaş devletinin
buradaki yeri ne olmalıdır?
FİŞEK- Hayır...Hayır... Sağlıklı yaşam için
toplum hep birlikte olmak zorundadır. Tabi
ki burada kişilere düşen görevler de var... İlk önce, insanların çevrelerini sağlık
için olumlu halde tutmaları gerek. Sağlığı için uygun davranışlar içinde
bulunması gerek. Zararlı maddelerden kendini koruması gerek. Yani bu bilinçte olması
gerek. Sağlık hizmetlerinden yararlanmasını bilmesi gerek. Bu bakımdan kişisel
hekimin, sağlık personelinin dediklerini yapması gerek. Yani kişinin sorumlulukları
var.
Ancak; kişi tek
başına, ne çevre, konut ve beslenme sorunlarını çözebilir, ne de sağlık
hizmetlerinden yararlanma meselesini çözebilir. Sağlık hizmetini sunmak devletin görevidir.
Çevreyi bakımlı hale getirmek, devletle halkın müşterek görevidir. Beslenme
meselesinin çözümlenebilmesi için gelir dağılımının adil olması lazım. Gelir
dağılımını düzenleme hükümetin meselesidir. Binaenaleyh, bu bireysel bir iş
değil, toplumsal bir iştir.
SORU- Hocam sırası gelmişken size bir soru yöneltmek
istiyorum. Bir ülkenin sağlık hizmeti nedir? Ve neleri içerir?
FİŞEK- Sağlık hizmeti üç aşamalı bir
hizmettir. Sağlığın korunması; koruyucu hekimlik hizmetleri, tedavi hizmetleri ve
rehabilitasyon hizmetlerinden oluşur. Yani sakatların işe alıştırılması ve
verimliliklerinin artırılması.
Şimdi koruyucu
hekimlik hizmetleri dendiği zaman, çoğunun aklına, çevre hizmetleri ile aşılama
gibi hizmetler geliyor. Bugünkü anlamıyla koruyucu hizmetler üç aşamalı bir
hizmettir. Birinci aşama; kişiyi hastalıklardan korumadır. Bu aşılama ve çevreyi
olumlu hale getirerek yapılır. İkinci aşama, hastalıkların erken teşhis ve
tedavisidir. Erken teşhis demek, semptomlar çıkmadan yani, semptomlar belli
belirsizken, örneğin, yaşlıların ara sıra tansiyonlarının ölçülmesi, yüksek mi
değil mi, diye bakılması ve yüksekse tedaviye alınması. Daha semptom yok. Bu bir
koruyucu hizmettir. Bu suretle tehlikeli komplikasyonlar önlenir. Örneğin, tansiyonu yüksek
hasta beyin kanaması geçirir, felç olur, hatta ölür. Bunu önlemek için erken teşhis,
peryodik muayene bu da koruyucu hizmettir. Üçüncü aşama ise nüksleri önlemektir.
Özellikle bu, kalp romatizması olan çocuklarda görülür. Yani hastalığın
tekrarlanmaması için tedavinin sürdürülmesi de bir çeşit korumadır. Asıl önemli
olan ve bizim ülkemizin büyük sorunu tedavi hizmetlerindedir. Tedavi hizmetleri de batı
ülkelerinde tarihsel olarak örgütlenmiştir. Birinci basamak dediğimiz, hastanın ilk
başvurduğu hekimin yaptığı hizmettir. Evde ve ayakta tedavidir. Batı’nın
istatistiklerine göre hastaların %95’i evde ayakta tedavi edilir.
SORU- Bu,
büyük bir oran değil mi hocam?
FİŞEK- Tabii %5’inin ancak hastaneye ihtiyacı
vardır. Türkiye’nin sıkıntısı birinci basamak hizmetinin herkesin kolayca
yararlanacağı gibi örgütlenememesindedir. Yani, Türkiye’nin birinci derecede
problemi hastanelerde değil, herkesin istediği ve gerektiği gibi muayeneden (birinci
basamaktan) yararlanmamasıdır. Nasıl yararlanılır? Muayene olmak için gider, muayene
olur. Sağlık personelinin ve doktorun parasını sigorta veyahut devlet öder. Yani
parayı doğrudan doğruya halk ödemez. Çünkü, gelişmiş ülkelerde tedavi kamu
hizmeti haline gelmiş. Hasta ile hekim arasında alış veriş niye bulunsun. Türkiye’de
yapılması gereken ilk iş köyde ve kentte; herkesin kolayca yararlanabileceği birinci
basamak hizmetine önem vermektir.
SORU- Temel
sağlık hizmetlerinde birinci basamak tedavi hizmetleri ile ikinci ve üçüncü basamak
tedavi hizmetleri arasındaki zincir nasıl olmalıdır. Ülkemizde bu bağlantı nasıl
kurulmalıdır?
FİŞEK-
Şimdi, yukarıda birinci basamağın ne olması gerektiğini söyledim. Birinci basamak
tek başına verimli olmaz!... Çünkü, birinci basamağın ikinci basamak tarafından
desteklenmesi, beraber çalışmaları lazım. İkinci basamak dediğimiz hastanelerdir.
Devlet hastaneleri gibi ( SSK hastaneleri gibi değil ). Batı’dan bir örnek alalım.
İngiltere’de birinci basamaktaki hekim, gerektiğinde hastasını hastaneye gönderir.
Hastane gerekiyorsa hastayı yatırır. Gerek görmüyorsa muayenelerini tamamlar, görüşünü
bir mektupla birinci basamaktaki hekime bildirir. Tedaviyi, evde ve ayakta birinci basamak
hekimi sürdürür, hastane uzmanı değil, ikinci basamakta hastalar hastanede yatarak
tedavi edilir. Üçüncü basamak yüksek tıp teknolojisinin bulunduğu yerlerdir. Kalp
cerrahisi, beyin cerrahisi, teşhis için tomografi v.s. gibi büyük yatırım gerektiren
cihazların bulunduğu ve sık kullanılmayan yerlerdir. Bu işleri üstlenen kurumlar her
yerde olmaz.
İkinci
basamakta hastane gerek gördüğünde hastasını üçüncü basamağa gönderir. Veya
birinci basamaktaki hekim gerek görüyorsa hastasını doğrudan doğruya üçüncü
basamağa sevk eder. Şimdi, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi kanununun amacı
buydu.
SORU- Hocam bu noktada size sormak istiyorum. 224
sayılı sosyalizasyon yasası Cumhuriyet döneminin sağlık alanında en önemli yasası
olarak nitelendiriliyor. Söz konusu olan yasa, 1961’de sizin Sağlık Bakanlığı Müşteşarı
olduğunuz dönemde çıkarılmıştı. Yasa, sizce tam olarak uygulama alanı bulabildi
mi?
FİŞEK- Hayır!... Sağlık hizmetlerini
sosyalleştirme yasası, sağlık örgütlenmesinde çağdaş bir yasadır (uygulamadır).
Bu sistem insangücü ve para bakımından Türkiye’ye en uygun olan sistemdir. Çok
daha pahalı sistemler kurulabilir. Örneğin, ABD’de olduğu gibi. Sağlık alanında
çok para sarf edilebilir. Ama, Türkiye’nin fakir bir ülke olduğu, insangücü bakımından
yeterli olmadığı gözönüne alınırsa en iyi modeldir. Bunun çok iyi bir model olduğu,
Etimesgut bölgesinde, Çubuk bölgesinde görülmüştür. Bugün, Ankara’nın
Etimesgut ve Çubuk bölgesinin, Bursa’nın Gemlik bölgesinin sağlık düzeyi, kırsal
bölge olmasına rağmen şehirlerin sağlık düzeyinden daha yüksektir. Çünkü, halka
uygun sağlık hizmeti verilmiştir. Demek oluyor ki, uygulanabilir bir sistem.
SORU- Peki
hocam, uygulanamamasının daha doğrusu tam olarak uygulanmasının nedenleri nelerdir?
FİŞEK- Uygulanabilmesi için üç şeyin
yapılması lazım. Birincisi, bütçeden sağlığa ayrılan pay yetersiz. Hükümet sağlığa ayrılan parayı arttırmak
zorunda. Ama hükümet sağlığa öncelik vermiyor, önem vermiyor. Hükümet politikası,
para kazan, para kazandır. İnsanlar ölmüş, kalmış, sıkıntı çekmiş hükümetin
derdi değil bu. Şimdi bu para verilmeyince ne oluyor? Sağlık ocağında taşıt yok!.
Birinci basamakta, kırsal bölgede taşıtsız hizmet mümkün mü? Değil. Sağlık
ocağında ilaç yok. Sağlık ocağında yeterli sayıda hemşire yok. Sağlık memuru
yok. Ve üstelik sağlık ocağı ile hastane arasında kurulması gereken ilişki de
kurulmamış. Bu durumda tabiatıyla sistem başarılı olmaz. Bu neye benziyor? “Çocuk
doğmuş; meme vermiyorsun!. Mama vermiyorsun!. Sonra da çocuk açlıktan öldü
diyorsun!.” Ölür tabii. Sonuç olarak, sistemi yaşatabilmek için, verimli hale
getirebilmek için beslemek lazım. Hükümet bu işin bilincinde değil. Umursamıyor.
Birinci problem bu.
İkincisi, insan
gücü politikasında hatalar var. En önemli hata, hastane hekimlerinin serbest hekimlik
yapmaları, tam süre hastanede çalışmamaları ve sağlık ocakları ile işbirliği
yapmamalarıdır. Sosyalleştirme kanunu bunu öngörüyor. Uygulamaya başlandığı
1963-1964 yıllarında doğuda, Muş ilinde çalışan uzman hekimlere memnun edecek
ücret ve güvenceler veriliyordu. Bu hekimler muayenehanelerini kapatmışlar, sağlık
ocakları ile gayet iyi bir şekilde, ahenk içinde çalışıyorlardı. Hastane hekimleri
muayenehane açmak zorunda kaldıkları zaman birinci basamakla rekabet eder duruma
geliyor. Bu nedenle ilişki kurulamıyor. Yapılan hata, 1965 yılında çıkartılan
Devlet memurları Kanunuyla, hekimlerin sözleşmeli olarak istihdamı kaldırıldı.
Hastane hekimleri muayene açabilir denildi. İşte o zaman hastane ile sağlık ocağı
arasındaki ilişki koptu.
İnsan gücü
politikasında başka bir nokta daha var ki; tıp fakültelerinde olsun, sağlık meslek
liselerinde olsun, sağlık personeli hastanede çalıştırılmak için yetiştiriliyor.
Hiç kimse, sağlık ocağında birinci basamakta çalışmanın bilincinde değil. Ve
bunu benimsemiyor. Onun için tıp fakültelerinde uzmanlığa hazırlama değil,
hekimliği araştırmaya özendirici bir eğitim yapılması gerekir.
Üçüncü ve en
önemli mesele de, işletmeci olarak nitelediğiniz insanlarımızın olmamasıdır.
Biliyoruz ki sağlık hizmeti bir ekip hizmetidir. Sağlık ocağında, hekim, hemşire,
sağlık memuru vs. personel birlikte çalışır ki, bunlar bir ekiptir. Bir başka ekip
de, hastane ve sağlık ocaklarının birlikte çalışmasıdır. Şimdi bir yerde bir
ekip oldu mu? O yere bir yönetici, bir işletmeci lazım. Türkiye’de bu yok. Sağlık
hizmetlerinin idaresinde sağlık ocaklarından tutun da Sağlık Bakanlığı’na kadar
hiçbir yönetim kademesinde, sağlık işletmeciliği konusunda bilgi ve beceri sahibi yönetici
yok. Deneyimi yok. Sağ duyusuyla hareket ediyor adam!.. İyi niyetli. Ama yeterli
olmuyor. Onun için bu işi yapacak adamların yetiştirilmesi lazım. Eskiden kalma kötü
adetler devam ediyor. Emir-komuta zinciri var. O orduda işler. Komutan emir verir,
insanlar ölüme gider. Yönetici dediğimiz işletmeci, çalışanların
destekleyicisidir. Yardım ederek, destekleyerek, başbaşa verip sorunların nasıl
çözüleceğine karar vermeleri lazım. Bizde bu anlamda işletmeci yok.
SORU- Hocam şunu mu anlamalıyım? Sağlık
hizmetleri bir ekip hizmeti olduğu için çalışma ahenk içinde yapılmalı, çalışanlar
anlayış temelinde birbirine yardımcı olmalıdırlar. Çalışanlar karar ve denetim
mekanizmalarında yer almalıdırlar mı diyorsunuz?
FİŞEK- Elbette. Tabii ki. Sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi yasasında bir konu daha vardır. Toplumun katkısının alınması.
SORU- Hocam bu konuyu biraz açar mısınız?
FİŞEK- Sağlık hizmetlerinde toplumla
işbirliği yapılması gerek. Öncelikle çevre sorununun çözümlenebilmesi, ikincisi
de gereksinimlerin saptanması için. Bir sağlık ocağını ele alalım. Yazın köylü
ne zamanlar kalkar? Tan yeri ağarırken. Doktor ne zaman gelir? Saat 8-9’da gelir.
Olmaz!.. Yani, sonunda sağlık örgütünün zaman konusunda toplumla anlaşması lazım.
Yani, insanların hizmetten en iyi şekilde yararlanacakları biçimde hareket edilmesi
lazım. Para katkısı da olabilir.
SORU- Peki hocam. Bugün ülkemiz sağlık
hizmetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
FİŞEK- Şimdi Türkiye’de sağlık seviyesini
etkileyen faktör, yalnızca sağlık hizmetinin sunulması değildir. Beslenme, konut,
eğitim, çevre bütün bunlar sağlık hizmetlerini etkiler. Türkiye’de yavaş da olsa
sağlık düzeyi yükselmektedir. Yani gün geçtikçe daha sağlıklı oluyoruz bu
doğru. Yalnız bundan çok daha iyi olabiliriz; Problem bu. Sağlık hizmetlerini sunmada
fazla başarılı olduğumuz söylenemez. Yani, sağlık düzeyinin bir miktar
yükselmesinin nedeni eğitimdeki gelişme ve bir miktar milli gelirdeki artıştır.
Gelir dağılımı bozuk ama yine de bir gelişme var. Çevrede de eskisine göre bir
düzelme var. Ama; sağlık hizmetini sunmada, özellikle birinci basamakta başarılı
olduğumuzu söylemek mümkün değildir. Ben her zaman hatırlar ve hatırlatırım. 1964
yılında Milliyet gazetesinin bir muhabiri, Muş ilinde sağlıkla ilgili bir röportaj
yapıyor. Köylüye sorar?
-Sağlık hizmetlerinden memnun musunuz? diye.
Vatandaş sosyalleştirmeyi kendi diline çevirir.
“Gökte Allah,
yerde sosyalizo” der.
Ve bu Milliyet gazetesinde manşetteydi. Yani
sonunda halk kendisine verilen hizmeti takdir eder,ediyor. Ne çare ki, 1965’den sonraki
hükümetler, hem AP, hem CHP sorumludur. Devlet memurları kanununu çıkararak
sosyalleştirmeye ilk hançeri vurdular. Ve ondan sonra bu iş kör-topal gitmeye devam
etti. Yalnız, hükümetler ne yardan geçti, ne de serden geçtiler. Sosyalleştirmeyi
benimseyemeyenler, vazgeçmediler de. Çünkü yerine koyacak başka bir sistem yok.
Hükümetler,
halka gerçekten sağlık hizmeti sunmaya kararlı oldukları zaman, yapacakları tek iş,
sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesindeki modeli işler hale getirmektir. Buna
zorunludurlar. Bozabilirler isterlerse, şimdi ANAP hükümeti bozmaya uğraşıyor. Çıkardıkları,
sağlık hizmetleri temel yasasını sosyalleştirmenin yerine konan bir yasa diye çıkardılar.
Ama sosyalleştirmeyi ortadan kaldıramadılar. Çünkü kaldırmak mümkün değil. Çıkardıkları
yasayı uygulayamıyorlar da. Çünkü yasada birinci basamak yok. BİRİNCİ BASAMAK OLMADAN SAĞLIK HİZMETİNİ
YETERLİ BİR ŞEKİLDE SUNMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR. Yasada yok ama beyanatlarında;
sağlık ocağı ve sağlık evinden bahsediyorlar. Demek oluyor ki, sağlık
hizmetlerinin sosyalleştirilmesi kanunundaki örgütlenmeyi kastediyorlar. Bunun için,
sağlık ocaklarını işler hale getirmek, ilaç vermek, benzin vermek lazım. Sağlık
ocağında ilaç yok!.. Doktor reçete yazıyor, “git ilçeden al” diyor. Vatandaş
ilacını almak için ilçeye gidecekse, gider oradaki doktora muayene olur.
* Bu söyleşi,
Sağlık İş Kolunda Sendika Dergisi’nin Ocak 1990 sayısında yayınlanmıştır.
|