Sağlık Hakkı ve
Yeni Anayasa*
Sağlık
hizmetlerinden yararlanmanın bir insan hakkı olduğu düşününü (fikrini) ilk kez
19.yüzyıl ortalarında bir Fransız hekimi ileri sürmüştür. Yüz yıllık bir
gelişimin ardından, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, bu düşün, Birleşmiş
Milletlerin İnsan Hakları Bildirgesinde şu biçimde dile getirilmiştir: “Irk, din,
politik inanç, ekonomik ve sosyal durum farkı gözetilmeksizin herkesin, erişilebilecek
en yüksek sağlık düzeyine ulaşması temel haklarından biridir.” 1961 Anayasamız
da “sağlıklı yaşam”ı bir hak olarak hükme bağlamış ve bu alanda özel
sektöre, daha doğru deyimle muayenehane hekimlerine, yer vermemiş ama yasa dışı da
saymamıştır. Bu, doğru bir yargı idi. Çünkü, Osmanlı İmparatorluğu zamanı bir
yana, elli yıllık Cumhuriyet döneminde muayenehane hekimleri parası olana hizmetten
başka bir şey yapmamışlardı ve yapamazlar da.
Yeni Anayasa Tasarısında, sosyal güvenlik bir
hak sayıldığı halde, sağlık sadece bir hizmet olarak ele alınmıştır. Bunun özel
bir amaçla yapılmadığı düşünülebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, sosyal
güvenlik kâr getirmeyen ve bu nedenle özel sektörü ilgilendirmeyen bir alandır.
Sağlık alanı ise, politikada oldukça etkin bir grubun çıkarıyla ilgilidir. Bu
grubun, Anayasa Tasarısının 63.maddesiyle Anayasayı kendilerine siper yapma peşinde
olduğu görülmektedir.
Bu tasarının bir özelliği de, genel sağlık
sigortasını ilke olarak kabul etmesidir. Bu konuda doğru bir görüş sahibi olmak için,
sağlık alanında sigorta düzeninin tarihsel gelişimini anımsamak gerekir. Koruyucu
hekimlik hizmeti para ödeyecek müşterisi olmayan, fakat kesin olarak yapılması
gereken bir hizmet olduğu için, Amerika Birleşik devletleri dahil, her yerde
harcamaları genel bütçeden karşılanan bir devlet hizmetidir.
Hasta tedavisine gelince, geleneksel olarak bu
hizmet parayla satılacak şekilde gelişmiştir. Geçmişte her ülkede parası olan
hekime gitmiş, olmayan halk ilaçları ve halk hekimliğiyle yetinmiştir. Bu durum 19.yüzyıl
ortalarına kadar tartışmasız sürmüştür. 19.yüzyıl ortalarında Almanya’da
uyanan halk, hükümet üzerine baskı yaparak, kendilerinin de hekim hizmetinden
yararlanmalarının sağlanmasını istemişlerdir. Hekimler ise, bu işe devletin
karışmamasında direnmişlerdir. Uzun tartışmalar sonunda kamu kuruluşu niteliğinde
bir sigorta kurulmuştur. Bu düzen kısa bir sürede -Amerika Birleşik Devletleri
dışında- tüm sanayileşmiş ülkelere yayılmıştır. Bu ülkelerde zorunlu sağlık
sigortası düzeni, sorunu bir ölçüde çözmüş ise de beraberinde yeni sorunlar
getirmiştir. Bu sorunların başında, sigorta primlerinin halkın yakınacağı düzeye
çıkması ve ulusal gelirden sağlığa ayrılan payın ekonomiyi olumsuz etkileyecek
boyutlara erişmesi gelir. Bu gelişmelerin sonucu olarak sağlık harcamalarının devlet
tarafından karşılanması düşünü güç kazanmaya başlamıştır. Bu alanda ilk
kesin kararı alan kapitalist ülke İngiltere’dir. İngiltere’de 1946 yılında
sağlık hizmetleri devletleştirildi. Öbür ülkeler, örneğin İsveç, Norveç v.b.
sigortayı kaldırmadılar, primleri de yükseltmediler, sağlık harcamalarının büyük
kısmını (%80) genel bütçeden karşılamayı yeğlediler.
Bugün, sağlık alanında sigortacılık, çağı
geçmiş bir uygulamadır. Batı ülkelerinin yüzyıl önce, hekimlerin baskısıyla
yaptıkları hatayı bizim de tekrarlamamız gerekir mi? Ülkemizde genel sağlık
sigortası 1950’lerden beri zaman zaman önerilmektedir. Bir kez de yasa tasarısı
hazırlanmış ve hükümet tarafından T.B.M.B.’ne gönderilmiştir. Ancak bu tasarı
yasalaşmamıştır. Ne için? Çünkü sağduyu üstün çıkmış ve herkese hizmet
verecek bir örgüt kurmadan, hekimleri ve hastaneleri yurdun her köşesine yaymadan ve
onları yeterli bir standartta çalışır duruma getirmeden sigorta primi toplamının
anlamsızlığı kabul edilmiştir.
Anayasa Tasarısının 63.maddesinde dikkat
çeken bir başka nokta da mali kaynağın genel bütçe ve sigortayla sınırlanması,
kişinin hizmet karşılığı ödeme yapmasının kabul edilmemiş olmasıdır. Tasarıda
özel sektöre yer verildiğine göre, bu, muayenehane hekimlerinin hastalardan değil,
devlet ya da sigortadan para alacağı anlamına gelir. Sağlık hizmetlerinin devlet
tarafından finanse edildiği yerlerde bile kişinin kimi ödemeleri kendisinin doğrudan
yapması öngörülmüştür. Bu, savurganlığı önlemek için alınan zorunlu bir
önlemdir.
Kanımızca 63.madde şu biçimde olmalıdır:
“Koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerinden yararlanmak kişinin vazgeçilmez
hakkıdır. Vatandaşları bu haktan yararlandırmak devletin ödevidir.” Madde bu
biçimiyle hükümetlere daha serbest karar verme olanağı sağlar. Bu biçim, koşullar
elverirse zorunlu sağlık sigortası kurulmasına da engel değildir.
Sigortacılığı bir çözüm sananlar, Anayasa Komisyonunu
etkilemişlerdir. Umalım ki, Danışma Meclisi ya da Milli Güvenlik Konseyi bu hatayı düzeltsin.
Eğer 63.madde aynen halk oyuna sunulur ve anayasa yürürlüğe girerse o zaman umudumuz
sayın Aldıkaçtı’nın görüşünün gerçekleşmesine kalır. Sayın Aldıkaçtı
basın toplantısında “Bu tasarı bu şekliyle kabul edilse de ileride yine
değişecektir.” haberini vermiştir.
* Cumhuriyet Gazetesi, 5 Ağustos 1982
|