|   TÜRKİYE'DE ANA VE ÇOCUK SAĞLIĞI
            SORUNU*  
                 
            Türkiye’de ve özellikle olanakları sınırlı olan ülkelerde sağlık
            sorunları ele alınırken önceliklerin saptanması gerekir. Önceliklerin saptanmasında
            değişik ölçütler kullanılır. Önce çalışan ve ekonomiye katkıda bulunan
            nüfusun hastalıkları, o nüfus grubunda fazla işgücü kaybına neden olan
            hastalıklar göz önüne alınmalıdır. İkinci ölçüt, hastalığa en fazla yatkın
            olan yaş ve cinsiyettekilerin sağlık sorunlarıdır. Örneğin çocuklar ve gebeler
            gibi. Bunlar büyük sağlık riski altında olan gruplardır. Üçüncü ölçüt,
            sağlığı en fazla tehdit eden çevresel etmenlerdir. Örneğin bir kasabanın suyunu
            sağlıklı duruma getirmek, kanalizasyonu gerçekleştirmek ya da karasinekleri yok etmek
            gibi. Diğer bir deyimle herkesi ilgilendiren hizmetlere öncelik verilmelidir. Halk
            sağlığı hizmetlerinde kullanılan bu ölçütlere göre karar verebilmek için
            istatistik bilgilere gereksinim vardır. Kimler fazlaca ölüyor? Hangi hastalıklardan
            ölüyor? Kim fazla hastalanıyor ve hangi hastalıklar daha sık görülüyor? Ne yazık
            ki, ülkemizde istatistiğe gerektiği şekilde önem verilmediği için elimizdeki
            istatistikler ya sınırlıdır ya da fazla güvenilir değildir. Buna karşın, az da
            olsa elimizdeki istatistikler Türkiye’de çocuk sağlığı sorunlarının öne
            alınmasını gerektirecek niteliktedir. 
                  Ölüm İstatistikleri: İstatistik Genel
            Müdürlüğü, kent ve kasabalarda istatistiki bilgiler toplar ve yayınlar. Son olarak
            1959 yılına ait bilgiler yayınlandı. Bu verilere göre, ölenlerin yüzde 43’ü beş
            yaşından küçük çocuklardır. Hıfzısıhha Okulunun tüberküloz eğitim ve
            araştırma grubu Yozgat köylerinde tüberküloz taraması yaparken, ölümler üzerinde
            de bir araştırma sürdürdü. Anket bulgularına göre, ölümlerin yüzde 71’i beş
            yaşından küçük çocuklara aitti. Şu halde biraz önce belirtilen ölçütlere göre
            çocuk sağlığı Türkiye’de öncelik kazanmalıdır.  
                  Hastalık İstatistikleri: Hastane istatistikleri
            incelenirse, başvuran hastaların çoğunun çocuk olduğu görülür. Hıfzısıhha
            Okulunun bir köy sağlığı birimi vardır. Bu birimin altı aylık istatistiğine
            göre, hekime başvuran hastaların dörtte biri beş yaşından ve yarısı on beş
            yaşından küçüktür. Demek ki hekim gücünün yarısı çocuk hastalıkları için
            sarf edilmektedir. Bu da, çocuk sağlığının üzerinde durulması gereken önemli bir
            sorun olduğunu göstermektedir. 
                  Çocuk sağlığının
            nasıl ele alınması gerekir? Nasıl olsun da çocuklar daha az hastalansın? İlk anda
            hasta çocuklara özen gösterilerek bu sorunun çözümlenebileceği sanılır. Akla ilk
            olarak bu gelmekle birlikte, başarılı olmanın yolu bu değildir. Çünkü, anne
            çocuğa nasıl bakılacağını bilmez. Söylediklerinizi yapar ya da yapmaz veya
            yapamaz. Şu halde bir çocuk hekiminin görevi hasta çocuğa bakmakla bitmez. Bu nedenle
            çocuk hekimi sağlam çocuğu da gözlem ve denetim altına almalıdır. Kimi ülkelerde
            bu husus çok gelişmiştir. Kimilerinde ise gelişmemiştir. Ana ve çocuk sağlığı
            konusunda yapılacak ilk iş, anneye çocuk bakımını öğretmektir. Bu, söylenmesi
            kolay ama uygulanması zor olan bir husustur. Çünkü, hiç kimse çocuğuna bakmasını
            bilmediğini kabul etmediği gibi, en iyi şekilde baktığını da savunur. Özellikle
            yaşlı kadınlar bu hususta çok duyarlıdırlar. Dolayısıyla çocuk sağlığından
            sorumlu olan personelin çok iyi psikoloji bilmesi gerekir. İnsanlarla ilişki kurmak,
            etkilemek ve istediğini yaptırabilmek için çok sabırlı olmak gerekir. Bu personelin
            iyi bir eğitici olması ön koşuldur. Kitleyi eğitmedikçe, uygun tutum ve davranışı
            kazandırmadıkça ve bunları alışkanlık haline getirtmekte başarılı olmadıkça
            sonuç alınması olanaksızdır. Dolayısıyla bu iş bir tek kişinin başarabileceği
            bir iş değildir. 
                  Çocuk sağlığında
            hemşirenin yeri hekim kadar önemli ve büyüktür. Hekim, hemşireyle birlikte bu işi
            planlayıp uygulamaya koymalıdır. Ülkemizde hepimiz hemşire azlığından ve
            kimilerinin iyi yetişmediğinden yakınırız. Bu nedenle kimi durumlarda
            başarısızlığımız bu etmenden ileri gelmektedir. Bunu gidermek için, hekim,
            hemşirenin yararlı bir personel olabilmesi için yardım etmelidir. 
                  Çocuk sağlığında
            önemli olan bir sorun da çocuğun immünizasyonudur. Çocukluk hastalıklarının
            tehlikeli olanlarını önleyecek aşılar elimizde vardır. Bugün, elde difteri aşısı
            gibi çok etkin bir silah varken bir çocuğun difteriden ölmesi ayıptır. Çünkü,
            elimizde aşı var, aşıyı yapacak personel var, aşılanacak çocuk var ama bunu
            yaptırmayan bir kitle var. Bu acı bir gerçektir. Aynı şekilde, tetanoz ve boğmacaya
            karşı çocuğu zamanında aşılamak gerekir. Aşı yapma zamanını geciktirmemek ve
            özellikle çocuk küçükken aşıyı yaparak tehlikeli komplikasyonların önlenmesini
            sağlamak önemlidir. Bugün, polio aşısı ve hattâ kızamığın bile aşısı vardır
            ve yakında ülkemize girecektir. Dolayısıyla çocuk sağlığı alanında eğitim ve
            bağışıklama hekim ve hemşirenin önemli iki görevidir. Acaba bunlar yeterli mi?
            Yoksa ele alınması gereken başka sorunlar da var mı? Tabii var. En önemlisi de
            beslenmedir. 
                  Beslenme sorunlarının ele
            alınması çok güç ve karmaşıktır. Bir hekim ve hemşirenin birlikte
            çözümleyebilecekleri bir sorun değildir. Çünkü iyi beslenmeme değişik etmenlerden
            ileri gelebilmektedir. Örneğin, çocukta bir protein eksikliği söz konusuysa bu
            yoksulluktan oluşabileceği gibi bilgisizlikten ve imkansızlıktan da ileri gelebilir.
            Bunun gibi, bir bölgede A vitamini yetersizliği varsa, bu yoksulluktan ve
            imkansızlıktan olabilir. Bu gibi beslenme sorunlarını ilaç vererek çözümlemek
            olanaksızdır. Böyle bir girişim ancak geçici bir önlem olabilir. Bir C vitamini
            yetersizliği düşünün, bunun sosyal bir yönü olduğu açıktır. Bir hekim olarak
            hastaya C vitamini verilirse durum düzelir ama hastayı yine aynı ortam içine
            atarsanız, bir ay sonra hasta aynı tabloyla karşınıza gelecektir. Tüm çabalara
            karşın sorunu ortadan kaldıramazsınız. Bu durumu ortadan kaldırabilmek için C
            vitamini yetersizliğinin nedenlerini ortaya çıkarmak gerekir. Bunun için, örneğin
            tarımcılarla işbirliğine gidilebilir. Böylece bu iş sadece hekimin işi olmaktan
            çıkar ve geniş bir kooperasyonu zorunlu kılabilir ki en zayıf noktalarımızdan biri
            kooperasyon yani işbirliğidir. Hekim bu iş benim görevim değildir deyince diğerleri
            de yetersiz kalır. Onlar da der ki, vitamini yetersizliği hekimin işidir, beni
            ilgilendirmez. Böyle bir durumun oluşmaması için çeşitli meslek mensuplarının bir
            araya gelmesi, birbirlerini tanıması gerekir. Böyle bir toplulukta öğretmen,
            tarımcı ve hekim işbirliği yapmalıdır. Tüm sorunlar bu şekilde ele alınırsa
            büyük ilerlemeler olur. Beslenme sorunu çözümlenmedikçe çocuk sağlığında
            gelişme olmayacağı bilinmelidir. Çocuk ölümlerinde beslenme yetersizliği ön
            plandadır. Çocuk ölümlerinin beş yaşından küçüklerde yüzde 70 olması, bu
            çocukların en basit enfeksiyonlara bile dayanıksız olmasından ileri gelmektedir.
            Hükümet hekimliği zamanından biliriz ki, bir kızamık salgınında 20-30 çocuğun
            ölmesi, bakım yetersizliğinin yanı sıra beslenme yetersizliği nedeniyle çocukların
            direncinin azalmasından ileri gelmektedir. 
                  Çocuk sağlığında
            sağlam çocukların kontrolü ve aşıların yapılmasıyla iş bitmez. Doğrudan bizim
            sorumluluğumuz altında olmasa bile diğer sorunlarla da ilgilenmemiz gerekir. Hiç
            olmazsa yol gösterici olarak. Bundan sonra da işimiz bitmez. Öyle bir topluluk
            düşününüz ki, eğitim yapılıyor ama helâlar sağlıklı değil. Dışkılama
            gelişigüzel yapılıyor, sular bunun yanı başından akıyor ve her taraf bulut gibi
            sinek kaynıyor. Böyle bir ortamda çocuğun sağlıklı kalması olanağı var mı? Yok.
            O halde çocuk sağlığını düzeltmeye çalışırken çevre koşullarıyla da
            ilgilenmek gerekir. Çevre sağlık koşullarını hekim olarak düzeltmeye yönelmesek
            bile halkı bu hususta harekete geçirmek için çaba harcamak, bu konuda bilgisi
            olanlardan yararlanma yolları aramak gerekir.  
                  Özellikle köylerde, çocuk
            sağlığı sorununda başarılı olmak için sorunu bir bütün olarak ele almak tek
            çıkar yoldur. Bu nedenle köyde kurulacak bir ana-çocuk sağlığı örgütünde iyi
            bir ekibin bulunması zorunludur. Hekim, hemşire, sağlık memuru ve ebelerin birlikte
            organize edilmesi ve çalışması zorunluluğu vardır. Kentlerde bu işler için
            uzmanların bulunması önem kazanır. Böyle merkezlerde bir Ana-Çocuk Sağlığı
            Merkezi, bir Sıtma Savaş Merkezi ve Verem Savaş Merkezi ayrı ayrı bulunabilir. Yine
            bu merkezlerde görevli personelin zaman zaman bir araya gelerek birbirlerinden haberdar
            olmaları gerekir. Örneğin, bir evdeki tüberkülozlunun tedavisi o evdeki çocukların
            tüberkülozdan korunmasında rol oynayabilir. Köylerde bir sıtma ekibi, bir
            tüberküloz ekibi, bir ana-çocuk sağlığı ekibinin bulunması olanaksızdır,
            pahalıdır ve çok insan gücü kaybına neden olur. Mesafeler uzak olduğu için bu
            memurların zamanının büyük kısmı yollarda geçer. Toplumumuz gittikçe ilerlemekte
            ve karmaşık duruma gelmektedir. Eğer ileri gitmek istiyorsak, gelişmiş ülkelerin
            yöntemlerini almamız gerekir. Bugün uyumsuzluk gösterdiğimiz en önemli husus bir
            arada çalışmayı beceremememizdir. Her birimiz sanki ayrı bir imparator gibiyiz. Hem
            de komşularıyla dostluk ilişkileri kuramayan imparatorlar gibi. Bu şekilde bir
            anlayışla başarılı olamayacağımız gibi ana-çocuk sağlığı işlerini de
            yürütemeyiz. 
                  Çocuk sağlığı üzerinde
            etkili olan etmenler nelerdir? Biliyorsunuz, bebek ölümü bir ülkede çocuk
            sağlığını gösteren iyi bir ölçüttür. Eğer incelemişseniz, eğitimle çocuk
            ölümleri arasında yakın bir ilişki olduğunun ayırdına varmışsınızdır. 1959
            yılı yaz aylarında 12 hekim tarafından köylerde yapılan bir incelemede anket
            uygulanarak annelere “Geçen harmandan bu harman zamanına kadar çocuk doğurdun
            mu?,” “Geçen harmandan bu yana çocuğun öldü mü?” gibi sorular sorulmuş ve
            alınan yanıtlar İstatistik Genel Müdürlüğünde değerlendirilmiştir. Bu arada
            anneye birçok sorular daha sorulmuştur. İlkokul mezunu olmayan annelerde bebek ölüm
            oranı binde 173 olmasına karşın, ilkokul mezunu annelerde bebek ölüm oranı binde
            143 olarak hesaplanmıştır. Köylerde yaşayan lise ve üniversite mezunu 14 annede ise
            hiç bebek ölümü olmamıştır. Bu son sayı çok küçüktür o bakımdan
            değerlendirirken dikkatli olunmalıdır. Köyde okul olup olmadığına göre yapılan
            değerlendirmede de aynı sonuçlar alınmıştır. Okul olmayan köylerde bebek ölüm
            oranı binde 252; okulunda 1-3 öğretmen bulunan köylerde binde 165 ve daha fazla
            öğretmen bulunan köylerde ise binde 124 olarak hesaplanmıştır. Köyde sağlıklı su
            tesisatı bulunup bulunmadığına göre yapılan değerlendirmede, su tesisatı bulunan
            köylerde bu oran binde 133 iken, bulunmayan köylerde binde 174’dür. Bir diğer soru
            da köyün hekime olan uzaklığıyla ilgiliydi. Yapılan değerlendirme, hekime uzak ya
            da yakın olmanın bebek ölümlerini etkilemediğini göstermiştir. Bu son bulgu,
            hekimin etkisinin muayene yerinin dışına çıkmadığını göstermektedir. Şu halde
            bu oranlara göre, bir yerde sadece tıbbi bakımla başarılı olunamayacaktır.
            Çevrenin sağlık koşullarını düzeltmek ve desteklemek de tıbbi bakım kadar
            önemlidir ve bu işleri yapanların değerlerinin bilinmesi gerekmektedir. 
                  Size köylerde ana-çocuk
            sağlığı hizmetlerinin nasıl yapılabileceğine bir örnek olarak, Hıfzısıhha
            Okulunun bir köy sağlığı kuruluşunu belirterek açıklayalım. Ankara yakınındaki
            Kazan bucağı ve 23 köyü bölge olarak aldık. Bölge beş alt üniteye ayrıldı.
            Merkezde bir ünite ve bu ünitede bir hekim, bir hemşire ve bir sağlık memuru var. Alt
            ünitelerin her birinde ise sadece bir köy ebesi var. Hekim, bölgede yürütülen tüm
            sağlık hizmetlerinden sorumlu olup birlikte çalıştığı personelin eğitimini de
            yüklenmiştir. Birey olarak yaptığı iş, tıbbi bakım ve halkın sağlık
            eğitimidir. Aynı zamanda laboratuar muayeneleri yapar. Haftada bir gün bir alt üniteye
            bağlı yaklaşık olarak nüfusu 1500 kadar olan dört köyde hizmet sunar. Hemşirenin
            görevi, tıbbi bakıma yardımcı olmak dışında ana ve çocuk sağlığı hizmetinde
            ebelerle birlikte çalışmaktır. Ana-çocuk sağlığı yönünden tüm işler ebelerden
            beklenmekte, hemşire ebelerin denetleyicisi olarak çalışmaktadır. Her ay bir gün bir
            köye gider ve ebeyi denetler, onunla birlikte çalışır. Sağlık memuru da her ay bir
            gün bir köye gider -hemen her zaman hemşireyle birlikte- çevre sağlığı ve
            bağışıklama işlerini yürütür. Halk eğitimi yapmak, okulların sağlık durumunu
            denetlemek de onun görevleri arasındadır. Köy ebesinden beklediğimiz, ana-çocuk
            sağlığı hizmetleri ve hastaların izlenmesidir. Yani hastanın iyileşip
            iyileşmediğini ölüp ölmediğini ya da hastaneye gidip gitmediğini izlemektir. Hasta
            izlenmesinde bir diğer görevi, gittiği köyde hastalanan olup olmadığını sormak ve
            varsa evinde ziyaret edip hekime gitmesini önermektir. Eğer köyde birçok kimse
            hastaysa hekime haber vermektir. Aynı zamanda doğumlar ve ölümler hakkında da bilgi
            toplar. Ne var ki 7-8 aylık deneyimimize göre, ebelerden değil böyle hizmetler, özel
            olarak eğitilmedilerse ana-çocuk sağlığı hizmetlerini bile beklemek olanaksızdır.
            Bunların çoğu denetimsiz kaldıkları için görevlerini ciddiyetle yerine
            getirmemekte, ev ziyaretlerinin nasıl yapılacağını bile bilmemektedirler. Bir örnek
            vereyim. Bir epidemiyolog arkadaş ebeyi denetlemeye gitmiş ve ona “Hiç ev ziyareti
            yaptın mı?” diye sormuş. “Yaptım” yanıtını alınca bu ziyaretin nedenini
            sormuş. “Doğum vardı onun için gittim” yanıtını alınca, “Öyleyse birlikte
            gidelim” diyerek ebeyle aynı eve gitmiş. Bakmış yeni doğan bir bebek, ateşler
            içindeki üç yaşındaki kardeşiyle aynı yatakta yatmakta. “Hasta çocukla bebeğin
            aynı yatakta yatmamasını söyledin mi?” diye sorulunca, ebenin yanıtı “Hayır”
            olmuş. Düşünün, ebe, bu kadar basit bir önlemi bile bilmemektedir. Onun için
            ebelerin yetiştirilmesi, eğitilmesi ve denetimi üzerinde önemle durulması gerekir.
            Bunları bir süre toplu halde eğitmek, bilgilerini artırmak önemlidir. Yoksa bunların
            ana-çocuk sağlığı hizmetlerinde başarılı olmaları olanaksızdır. 
                  Tartışma : 
                  Dr.S.Yağcı: Ebeleri, köyde ziyaretler
            yaptırarak mı? Merkezde büyük bir yerde birkaç ay özel bir kursa tabi tutarak mı
            eğitmek daha iyi olacaktır? 
                  Dr.N.Fişek: Bu hususta deneyimimiz yok. Ancak
            köy ziyareti şeklindeki eğitim herhalde işlemiyor. Eğer işleseydi, Kazan’da 7-8
            aydır yapılan bu uygulamadan iyi bir sonuç alırdık. Çünkü, çok sıkı bir denetim
            altındalar ve hekim, hemşire ve sağlık memuru arkadaşlar işlerini iyi bilen
            kimseler. Burada çalışanlar, ebeleri haftada 2-3 gün bir araya getirip kurstan
            geçirmenin uygun olacağını düşünüyorlar. Eğer bunda da başarı sağlanamazsa,
            seçilecek ebeleri 6 aylık bir kurstan geçirdikten sonra şimdiki ebelerin yerine
            görevlendirmeyi öneriyorlar.  
                  Dr.N.Kuzugüdenlioğlu: Bir ülkenin
            kalkınmasında direksiyonda olanlar hekimler mi yoksa eğitimciler mi olmalıdır?
            Dünden beri dinlediğimize göre, tüm yük hekimlerin omuzundadır. Ayrıca verdiğiniz
            istatistiki bilgilere göre, çocuk ölümlerinde hekime olan uzaklık rol oynamamakta,
            ama eğitimin etkisi belirgin olarak görülmektedir. Sosyalizasyona gidilirken önce
            eğitim sorunları çözümlenmeli, ondan sonra sağlık hizmetlerinde sosyalizasyona
            gidilmeliydi. Acaba biz niye dünyadaki örneklerin aksine önce hekimliğin
            sosyalizasyonunu ve sonra eğitimi ele alıyoruz?  
                  Dr.N.Fişek: Ben işi bu şekilde ele
            aldığımızı tahmin etmiyorum. Örneğin, ilköğretim programı hekimliğin
            sosyalleştirilmesinden çok daha gerilere gider. Eğer Köy Enstitüleri kapatılmamış
            olsaydı, köylerde eğitim çözümlenmiş olacaktı. Her şeyi hekime yükleme
            sözünüze gelince, belki sözlerimi iyi belirtmemekten ileri geldi. Her şeyi hekim
            diğerleriyle birlikte çalışarak yapacaktır. Hekim portakal yetiştirmeyecek,
            hayvancılık yapmayacak, eğitim yapmayacak, fakat bunları yapan ekibin bir üyesi
            olacaktır. Ve bu ekipte lider vaziyete geçmesi hekimliğin geleceği yönünden önemli
            olduğundan hekimin bunları da düşünmesi gerekir. Sosyalleştirmeye gelince, hekim
            kazanç olmayan yere gitmemektedir. Peki o yerde yaşayanlar ölsün mü? İşte oraya da
            hekimi gönderecek bir yol bulmak gerek. Ve hekimi çekici kılacak bir maaşla oraya
            göndermek gerek. Yalnız zorla değil. Sorun her şeyi hekimden beklemek değil, her
            şeyi birlikte yapmaktır. Oysa ki, hekimler kendi aralarında bile birlik
            kuramamaktadırlar. Nerede kaldı ki, diğer meslek mensuplarıyla birlik kuracaklar? Bu
            fikir oluşmadıktan sonra hiç bir iş olmaz. Eğitimcinin ve tarımcının işi, hekimi
            belki öğrenme bakımından ilgilendirmez, ama onlara öğreteceği şeyler vardır.
            Örneğin bir okuldaki çocukların A vitamini yetersizliğinde yapılacak işler gibi. 
                  Dr.Wuylsteke: Türkiye’de köylük bölgelerde
            çalışan hemşire ve ana çocuk sağlığı ebeleri için nasıl bir program yapmak
            gerek? Bir kere hemşire hekime kıyasla sayıca az. Hastane hemşire ister, ana-çocuk
            sağlığı merkezleri hemşire ister.  
                  Dr.N.Fişek: Bizim düşündüğümüz şekilde
            hizmet beklemek için, 3-4 köye (1500 nüfus) iyi yetişmiş eleman tayin etmeden bu
            işin başarılması olanaksızdır. İşi olanaklar elverdiğince düzeltmeye gelince,
            bir kısım geçici önlemler düşünülebilir. Birincisi yasal mevzuatı değiştirerek
            köyde ebelik yapacak olanları 5-6 aylık bir kurstan sonra görev yerine göndermekle
            çözümlemeye çalışmak. Ama oldukça zaman alıcı bir önlem. Belki bu tür kurs
            gören ebeler o köy ebesi kadar başarılı olmayabilir. Çünkü, denenmemiştir.
            Denenirse sorun değil. Bu ilk akla gelen yol, fakat denenmesi gerek. Her şeyden önce bu
            gibi işler personel sorunudur. Personel yetiştirilmeden, hiçbir işin yürütülmesi
            mümkün değildir. Ve bu işin işbirliği halinde olması gerek. Sorunuzun yanıtına
            gelince, eğer hizmet yapılacaksa personelin iyi bir şekilde yetiştirilmesi gerek. 
                  Dr.Wuylsteke: Nusret beye ikinci sorum.
            Türkiye'de bir de anneye çocuğunu beslemeyi öğretme sorunu var. Türkiye'nin birçok
            yerinde de annenin bu alanda eğitilmesi gerek. Bu hususta ne düşünüyorsunuz? Bu
            Türkiye için gerekli midir? Yoksa bugün Türkiye'de bulunan annelerin beslenme
            hususunda eğitime gereksinimleri yok mu? 
                  Dr.N.Fişek: Doğal olarak Türkiye'de coğrafi
            duruma göre beslenmede farklar olacaktır. Okullarda hekim ve hemşireye genel ilkeler
            öğretilir. Hekim, bulunduğu bölgeye göre ve eksik besinlere göre en iyisinin hangisi
            olduğuna karar verebilir. Halk sağlığı açısından bunun önemli tarafı şu üç
            etmene göre karar verebilmektir: Ya okulda öğrendiğine göre, ya genel koşullara
            göre ya da insanlara göre karar vermek. Hekim içinde bulunduğu koşullara göre bunun
            en uygununu seçer. Örneğin, bir yerde okulda öğrendiğine göre bir konuda karar
            verirken aynı konuda başka bir yerde insanlara göre karar verebilir. Bundan bir süre
            önce, Amerikalı bir meslektaş veremle savaş hakkında bir örnek verdi. Filipinlerde
            çalışırken en uygun verem savaşının aşı uygulamasıyla olacağını
            düşünmüş. Çünkü, yatak yok, personel yok, ilaç yok. Oysa ki, aynı arkadaş
            Amerika Birleşik devletlerinde verem savaşı için aşı uygulamasını gereksiz
            bulmaktaydı. Çünkü, hastalığı erken dönemde yakalamak olanağı vardı. Tedavi
            mümkündü ve hasta sayısı azdı. Üstelik hastane yatakları boştu. Böyle bir
            ortamda ise aşılama için büyük yatırımlara gerek yoktu. Bilmiyorum, bu örnekle
            sorunuzu yanıtlayabildim mi? 
                  Dr.O.Aksu: Dünya Sağlık Örgütünün, bizde
            çalışan köy ebelerine yeni bazı işler eklemek istediğini duydum. Bunların
            eğitimlerinin üç yıla çıkarılmasını, bazı durumlarda antibiyotik ve sulfamid
            kullanabileceklerini, enteritlerde bazı tedavi girişimlerinde bulunabileceklerini
            öneriyormuş. Dünyanın bazı bölgelerinde bu tür uygulamaların başarılı olduğu
            söyleniyor. Bizde böyle bir uygulama yararlı mı olur yoksa zararlı mı? 
                  Dr.N.Fişek: Denenmeden söylenemez. Bir kez, köy
            ebeliği eğitiminin üç yıla çıkarılması gereklidir. Devlet memuru
            sayıldıklarına ve kırk yıl kadar memur olarak çalışacaklarına göre daha iyi
            yetiştirilmelerini ve daha yararlı hizmet yapmalarını sağlamak gerek. Onlardan sadece
            doğuma yardım hizmeti değil, köy sağlığı, ana-çocuk sağlığı hizmetleri
            yönünden de yararlanmak gerek. Benim bildiğim kadarıyla öğretim süresinin üç
            yıla çıkarılmasının amacı budur. Yoksa onlara sınırlı da olsa tedavi yetkisi
            vermek değildir. Bunların bugün yaptığı bütün iş sadece birkaç doğuma
            yardımdır. Eğer devlet memuru iseler, günde en az 6 saat çalışmaları gerek. Üç
            yıllık öğretimin amacı, onlardan bu çalışmayı alabilmek ve onları iyi bir
            hemşire yardımcısı haline getirmektir. Kazan bucağındaki ebelere dediğiniz gibi bir
            yetki verilse de ne yapacaklarını kestiremem. Ama herhalde iyi olmaz. Ancak bazı
            ülkelerde denenmiştir ve başarılı bir sonuç da alınmıştır. Ama oralardaki
            koşullar nasıldı bilemem. O ülkelerde hekim gücü eksiktir, bizde ise hemşire
            gücü. Bizde hekim hizmetlerinin gördürülememesi hekim eksikliğinden değil, para
            vermemektendir. Bunun için hekimi olmayan bir ülkedeki sistemi uygulamaktansa, hekimi
            köye hizmet eder duruma getirmek daha akılcı bir yoldur. Koşullar hazırlanırsa bu
            imkânsız değildir. Koşullar dediğim, kalacak bina, kentte oturan arkadaşları kadar
            gelir ve çocuklarının eğitiminin güvence altına alınması gibi. Bunlar sağlanırsa
            hekim köye gider. Yukarda sözünü ettiğim 3.000 hizmet ünitesiyle bu iş
            yürütülebilir. Koşullar hazırlanırsa bu sayıda hekim Türkiye'de kısa zamanda bu
            görevlere kaydırabilir. Bu nedenle ebelerin yetkilerinin artırılmasının pek gerekli
            olmadığı kanısındayım.  
                  Mis.Clara: Bugün hastanelerde olsun, sağlık
            kuruluşlarında olsun, nasıl malzemeye gerek varsa hemşireye de gereksinim vardır. Ben
            yedi yıldır Türkiye'deyim. Özellikle hastanede hemşirelerin yapması gereken birçok
            işin hekimler tarafından yapıldığını ve hekimlerin 24 saat çalıştıklarını
            görmekteyim. Eğer hemşire iyi yetişirse, hastanelerde ve ana-çocuk sağlığı
            merkezlerinde hekim öneride bulunmakla yetinir ve anneye eğitim yapmak ve 24 saat
            çalışmak hemşirelere düşer. Gaziantep Amerikan hastanesinde çalışırken hekim
            bize, annelere şu yönde eğitim yapınız diye öneride bulunur ve geri kalan tüm
            işleri bizler yapardık. Eğer Türkiye'de hemşire bu anlayışla yetiştirilirse,
            işlerin çoğunu hemşireler üzerlerine alır ve hekim bu ağır çalışma
            koşullarından kurtulur. Ama bu demek değildir ki, hemşire 24 saat çalışsın. Onun
            da evi var, çoluk çocuğu var. O da normal çalışmasını yapıp evine gidebilmelidir. 
            
             
               
              * Ege Ana ve Çocuk
              Sağlığı Semineri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yayın No:307, Ankara, 1965 
               
              |