Yİne
Çocuk SağlIğI Üzerİne*
1. Giriş:
Türkiye'de çocuk
sağlığı düzeyinin, gelişmekte olan ülkelerin birçoğundan aşağı oluşu çok
nedenli bir olgudur. Bu nedenle de çocuklarımızın sağlık düzeylerini
yükseltebilmek için çeşitli önlemleri birlikte uygulamak gerekir. Bugün aşı
kampanyası, yarın süt tozu dağıtımıyla bu sorun yıllar sonra bile çözümlenemez.
Sorunu çözmek için alınacak önlemleri tıbbi ve sosyal (destekleyici) olarak iki
gruba ayırabiliriz:
2. Tıbbi Önlemler:
Bu önlemlerden biri
aşılamadır. Aşılama programları sürekli bir hizmet ya da kampanyalarla yürütülen
geçici bir hizmet olarak planlanabilir. Aşı kampanyaları kuşkusuz yararlı bir
hizmettir. Ne var ki, belirli bir süre için etkilidir. Sağlık Bakanı, üçüncü
aşılama uygulamalarının başlatılması dolayısıyla yapılan törende "Dünya
Sağlık Örgütünün hedefi 1990 yılına kadar aşılanmamış çocuk kalmamasıdır.
Biz hedefe beş yıl önce vardık" diye öğündü. Sağlık personelinin yaptığı
hizmetle öğünmesi hakkıdır. Ancak aşı uygulaması aynı hız ve ilgiyle sürmezse,
1990 yılında beş yaşından küçük çocuklar - ki bunlar 1985 yılından sonra doğan
çocuklardır - difteri, tetanoz, boğmaca, kızamık ve polioya duyarlı olacaktır. Bu
demektir ki, 1985'teki tüm parlak sözlere karşın 1990 yılında Sağlık Bakanlığı
hiçbir iş yapmamış duruma düşecektir. Umutsuz olmamak gerekli. Başbakan Özal, bu
törende aşı hizmetinin aynı hızla gelecek yıllarda da sürdürüleceğini söyledi.
Umalım ki bu söz politikacı sözü değil, devlet adamı sözü olsun.
Aşı kampanyası töreninde
Sağlık Bakanı beslenme, ishal tedavisi, aile planlaması kampanyalarını da
başlatacaklarını söyledi. Bunu da sevinçle karşılamak ve kutlamak gerekir. Bakanın
vaatları arasında unutulan bir husus var : Çocuklarda akut solunum yolu
enfeksiyonlarının tedavisi. Türkiye'de
çocuk ölümlerinin en önemli nedeni, pnömoniyle bronkopnömonidir. Ana sağlığı
çocuk sağlığının ayrılmaz parçasıdır. Örneğin, yeni doğanları tetanoz
neonatorum'dan korumak için anneleri tetanoza
karşı bağışıklamak ve doğum travmasına bağlı bebek ölümlerini azaltmak için,
doğuma yardım hizmetlerini geliştirmek gerekir. Bu hizmetler sürekli olarak
sürdürülmesi gereken hizmetlerdir. Bunları kampanyayla yürütmeye karar vermek
stratejik hatadır. Kampanyalar, olsa olsa halkta ve personelde konuya ilgiyi artırma
bakımından yarar sağlar. Kampanyaların yararı yanında sakıncaları da vardır.
Kampanyalar tüm yılı doldurursa sağlık personelinden beklenen diğer işler ortada
kalır. Kampanya süresinde diğer işlerin bir kenara bırakılması kaçınılmazdır.
3. Sağlığı Destekleyici Hizmetler:
Bugün, bilim adamları
sağlığın ve hastalığın salt biyolojik bir olay olmadığı, çok etkenli bir
biyo-sosyal sistem olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Bir ailenin konut ve beslenme
durumu düzelmedikçe, dinlenme gereksinmeleri karşılanmadıkça, eğitim düzeyleri ve
tüketim güçleri yükselmedikçe sağlıklarını korumaları ve sürdürmeleri
olanaksızdır. Bu belit (axiom) çocuk sağlığı hizmetleri için de ışık tutucudur.
Halkımızın bir bölümünün bu olanak ve hizmetlerden yoksun olmasının
çocuklarımızın sağlığı üzerinde olumsuz etki yaptığı gerçeği de göz
önünde tutulmalıdır.
Zengin ve yoksul, kentte ve
köyde herkese, bu hizmet ve olanakların sağlanması Sağlık Bakanlığı ve sağlık
personelinin görevi olmamakla birlikte - işin ucu sağlığa dokunduğu için -
bunların sağlanması yolunda uğraş vermek, sorumluları uyarmak Sağlık
Bakanlığının ve hekimlerin görevidir.
4. Çözüm:
a- Örgütlenme Sorunu: Sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi hakkındaki yasanın öngördüğü örgütlenme sisteminden (sağlık
evi-sağlık ocağı-hastane) daha bilimsel ve gerçekçi bir örgütlenme modeli şimdiye
kadar önerilememiştir. Programın başarısızlığının örgütlenme modelinden
geldiğini sanan bazı kişiler eski örgüt modeline dönmeyi çıkar yol
sanmaktadırlar. Başarısızlığın nedeni yönetim, insan gücü, yapı, araç-gereç
ve finansman sorunlarının çözümlenmemiş olmasıdır. Sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi yasası hazırlanırken bu eksik uygulama olasılığı
düşünülmüş ve yasaya "Gereken tesisler, malzeme, araç-gereç ve personel sağlanmadan
sosyalleştirme planı uygulanamaz"hükmü konmuştur (224 sayılı yasa,
madde 17).
Örgütlenme modelinin
başarılı olduğunun kanıtı Etimesgut ve Çubuk Bölgeleri gibi hizmetin gerektirdiği
önlemlerin alındığı bölgelerdeki sonuçlardır. Bu bölgelerde tüm sağlık
hizmetleri başarıyla yürütülmekte, ana ve
çocuk ölümleri Türkiye ortalamasıyla kıyaslanmayacak bir düzeye inmiş
bulunmaktadır.
Kırsal bölgede
örgütlenme modeli -yanlış seçilen ocak ve sağlık evleri yerleri dışında-
eleştirilmemektedir. Değişik bir kent modeli geliştirme çabaları vardır. İdeal
çözüm, kırsal bölge gibi çalışan ve her
50.000-100.000 nüfusa koruyucu ve tedavi edici hizmet veren, laboratuar ve röntgen
servisi olan sağlık ocakları kurmaktır. Bu ocakların personeli, bir ocak başhekimi
(tercihen halk sağlığı uzmanı), 5-10 uzman hekim (iç hastalıkları, çocuk
sağlığı ve hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum) ve halk sağlığı
hemşiresinin başkanlığında 10-20 ebe-hemşire olmalıdır. Bu, ideal bir çözüm
olmakla birlikte, bugünkü koşullarda ve yakın bir gelecekte uygulanabilme
olasılığı azdır. Bu nedenle, kentlerde bu amaca adım adım varmayı öngören bir
plan hazırlamak ve uygulamak gerekir. Bu planın ilk adımı kent sağlık evlerinin
kurulması olmalıdır. Kentlerde sağlık evlerinin en doğal yeri, ilköğretim
okulları ya da okul yakınında bir evdir. Okul bahçelerinde yapılacak iki oda ve bir
salonlu prefabrik bir konut ta bir çözüm olabilir.
Bu sağlık evlerinin
personelinin işbaşında eğitimleri, hekimin görmesi gereken kadın ve çocukların
muayenesi ve personelin çalışmaya heveslendirilmeleri için her beş sağlık evine
destekleyici denetim hizmeti veren bir sağlık ocağı hekiminin atanması gerekir. Bu
hekim haftanın belirli bir gününde, sağlık evinde ebe-hemşireyle (ya da ebe-hemşire
yardımcısıyla) çalışır. Hekim, sağlık evinde -bölgede kayıtlı kadınlar
isterse- hasta çocuk ve kadınlara da bakabilir.
Kentteki diğer sağlık
kuruluşları (hastaneler, dispanserler ve sağlık ocakları) bir süre bugünkü
statülerini koruyabilirler. Ancak, bunların birbirleriyle ve sağlık evleriyle
işbirliği yapmaları sağlanmalıdır. Kentlerde ilk basamak tedavi hizmetlerini
güçlendirmek için -bütçenin gücü ölçüsünde- her semtte en az bir adet ayakta
tedavi kuruluşu kurulmalıdır. Bu kuruluşun adının sağlık ocağı ya da kamu
sağlığı dispanseri olması hizmet yönünden fark yaratmaz.
b- Personel sorunu: Sağlık Bakanlığı'nın en
büyük eksiği, teknik yönetici kadrosunun olmamasıdır. Sağlık yöneticileri her
ülkede Halk Sağlığı Fakültelerinde yetiştirilir. Hükümet sağlık
yöneticiliğinin hekimler için seçilebilir bir uzmanlık dalı olmasını sağlayacak
önlemler almalıdır. Halk sağlığı uzmanlarına verilecek ücret, onları muayenehane
hekimi olmaktan caydıracak düzeyde olmalı, onurlarının korunacağı, atanma ve
yükseltilmelerinde özel uygulamalar yapılmayacağı güvencesi verilmelidir. Yüksek
Öğretim Kurumu da bu dalda gelişmiş ülkeler ayarında mezuniyet sonrası öğretim
yapan bir kurum açarsa, bu sorun 5-10 yılda çözümlenebilir. Bugün sağlık yöneticilerini okulda bir bilim adamı
olarak yetiştirme önerisine karşı tepki, İkinci Mahmut zamanında Harp Okulu
açılınca, alaylı subayların verdiği tepkiye benzemektedir. Umarım bir gün bu
sorunu anlayanların sayısı artacaktır.
Önemli olan personel
sorunlarından biri de hekim, hemşire ve ebelerin fakülte ve okullarda sağlık ocağı
ve sağlık evlerindeki hizmeti yürütecek biçimde eğitilmemeleridir. Hizmet
koşullarına uymayan eğitim programları yeniden düzeltilmelidir. Eğitimin, hizmet
içinde de sürdürülmesi büyük bir zorunluktur. Hekimler ve baş hemşireler, eğitim
görevlerinin bilincine varmalı ve denetimlerini bir eğitim programı uygulaması olarak
yürütmelidirler. Ülkemizde hemşire ve ebe sayısı kısıtlı olduğu için, kent
sağlık evlerinde kız sanat meslek liseleri çocuk bakımı bölümünden yetişenler ek bir eğitimden sonra, ebe-hemşirelerin
yanında yardımcı personel olarak çalıştırılabilirler. Bu önlemle hem yeter
sayıda ebe-hemşire yetiştirilene kadar sağlık örgütünün personel açığı
kapatılır, hem de işsizlik gibi ciddi bir sorunun çözümüne yardım edilmiş olunur.
c- Hizmetin Yürütülmesi: Kentlerde, köylerde
olduğu gibi, hizmeti evde verme gereği yoktur. Bölge halkı ev halkı fişlerine kayıt
edildikten sonra -ilköğretim çocuklarının yardımıyla da- anneleri sağlık evine
çağırarak aşılama, çocukların ve gebelerin periyodik muayeneleri, hasta
çocukların tedavisinin izlenmesi, anne eğitimi ve okulda sağlık eğitimi gibi
koruyucu sağlık hizmetleri -kampanyalara gerek kalmadan- sürekli olarak
yürütülebilir. Kent sağlık evlerini denetleyen hekime, ilköğretim hekimliği
görevi de verilerek okul-sağlık evi işbirliği kolayca sağlanabilir.
Toplumda sağlık
hizmetlerini, sağlık evinden hastaneye kadar bir bütün olarak düşünmek gerekir.
Genel yönetimin sağlık hizmetini destekleme görevi kaçınılmazdır. Ancak bir
kısım genel yönetim yöneticilerinin sağlık işlerine kendi bildikleri gibi
karıştıklarının ve ekip disiplini ve ruhunu zedelediklerinin örnekleri vardır. Buna
meydan vermemek için önlem almak zorunludur.
Bugün tedavi hekimliği
hizmetlerinin bir ekip hizmeti olarak yürütülmesinde karşılaşılan bir sorun da
hastane uzmanlarının bireyci tutumlarıdır. Aşağıdaki satırları, bir ocak
hekiminin yazdığı bir şiirden alıyorum:
Tamam ağabey
Sen büyük hastanenin
Kent hastanesinin
büyük doktorusun.
kulun kölen olayım ağabey
bir yılda gönderdiğim
otuz dokuz 019 dan
birini cevaplandır
Devlet er ya da geç,
hastane-sağlık ocağı işbirliğini sağlamak zorundadır. Gönül ister ki
uzmanlarımız anlayış göstersinler, hastalara hizmette hekimlerin birbirlerini
-mesleki bilgi yayma dahil- her yönden desteklemelerinin meslek ahlakı kuralı
olduğunun bilincine varsınlar ve bunu kendi girişimleriyle desteklesinler.
5. Son Söz:
Çocuklarımızın daha iyi
beslenmesini, bulaşıcı hastalıklara karşı aşılanmalarını, ishal ve solunum yolu
enfeksiyonları gibi tedavisi kolay hastalıklardan ölmemelerini, ana sağlığı ve aile
planlaması hizmetlerini geliştirmeyi istiyorsak -çözümü kampanyalarla sağlama
fikrinden vazgeçip- sağlık örgütünü çalışır duruma getirme çabalarını
artıralım. Bu iş, reklamı az, başarılması zor ve zaman isteyen bir yaklaşımdır.
Ancak ödülü büyüktür. Yarın, kalıcı hizmetleri yapanlar anılacaktır, günün
adamları değil.
* Toplum ve Hekim, Sayı:39, Aralık 1985
|