|   Türkİye’de
            Çocuk İmmünİzasyonu*  
                  Modern tıbbın en önemli
            ve özellikle ülkemiz için üzerinde en çok durulması gerekli konusu kuşkusuz
            koruyucu hekimliktir. İkinci Dünya Savaşından sonra, özellikle 1950’den bu yana,
            hemen tüm ülkeler ve Dünya Sağlık Örgütü bu yönde yoğun bir faaliyet sarf
            etmekte, bu alanda büyük mesafeler almaktadır. Koruyucu hekimliğe şimdiye kadar
            gereği gibi önem verilmemiş olan ülkemizde de son yıllarda bu hususta sarf edilen
            çabalar sevinç vericidir. 
                  Ülkemizde özellikle çocuk
            hekimlerinin koruyucu hekimliğe eskisine göre daha çok önem verdiklerini görmek
            kıvanç verici bir olaydır. Çocuklarda koruyucu hekimlik alanında yapılması gereken,
            onları bulaşıcı hastalıklardan korumaktır. Bunun dışında beslenme ve ruh
            hastalıklarına karşı koruma konuları da koruyucu hekimlik içine girebilir;ancak bu
            husus bizim konumuz dışındadır. Bu konferansımızın konusu, çocukların enfeksiyon
            hastalıklarından korunmasıdır. 
                  Mikroorganizmalarla vücut
            arasındaki uğraşta çeşitli olanaklara sahibiz. Bunlar başlıca aktif koruma , sero-
            profilaksi ve kemo - profilaksi olarak özetlenebilir. Bizim konumuz sadece aktif
            bağışıklamadır. Biz burada çocuklar için birinci derecede önemi olan difteri,
            boğmaca, tetanoz, tüberküloz , çiçek, B.C.G. ve polioya karşı korunmaya
            değineceğiz. 
                  Bilindiği üzere, aktif
            korunma aşılarla sağlanır. Organizmada belirli enfeksiyon hastalıklarına karşı
            bağışıklık oluşturan hazır maddelerin tümüne birden “aşı” deyimini
            kullanmakta sakınca yoktur. Bunlar, 
             difteri ve tetanoz gibi anatoksin, B.C.G. ve
            çiçek gibi attenue ya da canlı mikroorganizma ya da virüs olabilir. Yahut ta boğmaca
            ve tifoda olduğu gibi öldürülmüş mikrop emülsiyonları olur. Kolaylık sağlamak
            amacıyla tümüne birden “aşı” deyimini kullanacağız.  
                  1.Genellikle Aşılarda Aranması Gerekli Nitelikler: 
                  Bir aşıda aranması
            gereken nitelikler zarasızlığı , yan reaksiyonların olanaklar elverdiğince azlığı
            ve uzun süre devam eden bir bağışıklık elde edilebilmesi olarak belirtilebilir. 
                  Ülkemizde aşıların
            tümü devlet laboratuarlarında hazırlanmakta oldukları için zararlı etkileri
            olabileceği ihtimal dışı değilse bile çok seyrek olgularda görülür. Örneğin,
            difteri proteinine karşı duyarlılıktan ileri gelen 2-3 gün süren yüksek ateş ve
            enjeksiyon yerinde geniş kızartı;çiçekten sonra ansefalit ve polio salgılarında
            aşı uygulamasından sonra felçlerin hissedilir bir şekilde artması bu zararlı
            etkiler arasında sayılabilir. Ancak şurasını önemle belirtmek gerekir ki, aşının
            yan etkisinden korkarak örneğin, difteri tehdidi altındaki çocuğa aşı yapmayıp onu
            hastalığa maruz bırakmak kuşkusuz hataların en büyüğüdür. Hiçbir hekimin,
            korunma olanağı bulunan bir hastalığa karşı çocuğu silahsız bırakma hakkı
            yoktur. Tüm sorun en zararsız yolu bulmaktır.  
                  Ülkemizde veremden çocuk
            ölüm oranı yüz binde 85-150’dir. B.C.G. uygulamasında ortaya çıkabilecek
            arızalar ise yüz binde birin altındadır. Şimdiye kadar bu arızalardan ölene de
            rastlanmamıştır. Ölüm tehlikesi bu kadar yüksek bir hastalığa karşı hoş olmayan
            kimi komplikasyonlardan korkarak aşıdan vazgeçmek bilimsel bir tutumla ve her şeyden
            önce akıllıca bir düşünce olarak kabul edilemez. Diğer aşılar için de aynı
            görüşlerin ileri sürülmesi doğaldır. 
            En iyi
            bağışıklık sağlayan preparatları hazırlamak laboratuarların, Türkiye’de
            devletin görevidir. Ülkemizde Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsünde hazırlanan
            aşılar, uluslararası standartlarla karşılaştırılarak  kontrol edilmekte, bağışıklık oluşturma
            gücü yeter görülenler kullanıma sunulmaktadır. 
                  2.Aktif Korunmada Göz
            önüne Alınması Gerekli Kimi İlkeler: 
                  İyi bir koruma
            sağlanmasında aşının etkinliğinin yanı sıra  dozların,
            entervallerin (iki uygulama arasıdaki sürenin), aşılama şemasının da önemi
            büyüktür. Bu hususları  teker teker
            incelemek yerinde olacaktır.  
            a-Kimileri pek
            küçük dozlarla bağışık kılındıkları halde kimileri için bu miktar yeterli
            olmayabilir. Duyarlı kişilerde oluşabilecek alerjik reaksiyonlar dikkate alınmazsa,
            fazla antijen enjeksiyonunda hiçbir sakınca yoktur. Aksine antijen miktarının
            fazlalığı daha sağlam bir bağışıklık oluşmasına hizmet eder. Çocuklar kimi
            aşılarla büyüklere kıyasla daha güç bağışıklık kazanırlar. Özellikle kız
            çocuklarında bu husus çok daha sık 
            görülür. Bu
            hususlar göz önüne alınarak, eskiden olduğu gibi aşı dozlarını yaşlara göre
            azaltmak doğru değildir. Hemen hemen tüm aşılar, büyüklerde olduğu gibi, şiddetli
            reaksiyonlar göstermez. Yaş fazlalaştıkça reaksiyon oranı ve şiddeti  artar. Özellikle difteride bu husus daha
            belirlidir.  
                  İkinci husus dozları her
            enjeksiyonda arttırma durumudur. Eski bağışıklık kılma şemalarında  bu görüş dikkate alınmıştı. Dozları
            arttırmakla elde edilecek bağışıklığın daha iyi olduğuna dair elde bilimsel
            kanıtlar yoktur. Bu nedenle aşıyı eşit dozlarda yaparak karışıklığa meydan
            vermemek, aşılamada basitliği sağlamak bakımından yararlıdır.  
                 b- Enjeksiyon sayıları da
            oldukça önemli bir etmendir. Örneğin üç enjeksiyonda tamamlanacak bir aşıyı ikiye
            bölerek iki enjeksiyonda tamamlamak belki pratik bakımdan yarar sağlayabilir., fakat
            iyi bir bağışıklılık elde edilemez. Üçten fazla enjeksiyonun daha iyi bir
            bağışıklık sağladığı da kanıtlanamamıştır. O halde verilecek antijeni üç
            defada enjekte etmek uygun olacaktır.  
                 c- İyi bir bağışıklığın
            sağlanması, enjeksiyonlar arasındaki süreye de sıkı sıkıya bağlıdır. Süre
            azaldıkça bağışıklık oluşumu azalır. Anatoksin aşılarında üç haftadan daha
            az bir ara bırakmak bağışıklığın yeterince oluşmamasına yol açar. Şimdiye
            kadar birer hafta arayla yaptığımız tifo aşısını bile 2-3 hafta arayla yapmak daha
            uygun olacaktır.  
                  3.Karma Aşılar: 
                  Çocukları çeşitli
            enfeksiyon  hastalıklarından korumak için
            aşıları birbirine karıştırmak suretiyle uygulamada yarar sağlanması
            düşünülmüştür. Bu şekilde hazırlanan aşıların yan reaksiyonlarının daha
            fazla olacağı görüşü hiçbir deneysel bilgiye dayanmamaktadır. Bu hususta yapılan
            birçok  deneylerin bu görüşü
            doğrulamadığı kanıtlanmıştır. Volk, beş çeşit aşıyı karıştırarak
            uyguladığı halde herhangi zararlı bir etki görmediğini bildirmiştir.  
                  Karma aşıların asıl
            önemli yararları, sinerjik etki dolayısıyla birbirlerinin bağışıklama gücünü
            arttırmaları durumudur. Buosfield’in yaptığı ilginç bir deneyde, tek başına
            yapılan difteri aşısıyla sağlanan bağışıklığın, bu aşının bir bakteri
            aşısı (boğmaca, tifo) karışımıyla elde edilen bağışıklıktan farklı derecede
            düşük olduğu saptanmıştır. Genellikle bakteri aşıları eklenerek anatoksin
            aşılarının bağışıklık verme güçleri 2-3 kat arttırılabilmektedir. Aslında
            anotoksinlere adjuant maddeler eklenmesiyle güçlerinin arttırılabileceği bilinen
            gerçeklerden biridir. Bu nedenle, çocuklarda karma aşılar kullanmak en iyi ve
            güvenilir bir bağışıklama yoludur.  
                  4.Difteri
            Bağışıklaması: 
                  Çocuk bağışıklığında
            en önemli yer tutan ve verdiği bağışıklık yüzde yüz olan aşı difteri
            aşısıdır. Ülkemizde 1952’de tarafımızdan yapılan duyarlılık araştırması
            çalışmalarında , köy çocuklarının yüzde 44’ü Schick pozitif bulunmuştur. Bu
            çocukların yaşları 0-12 olup Schick uygulanan çocuk sayısı 340 idi. Deneme Ankara
            dolaylarında Hasanoğlan ve Elmadağ köylerinde yapılmıştır. Beş yaşına kadar
            olanlarda Schick pozitif fazla bulunmuştur. Altı yaşından sonra bu oran hızla
            azalmaktadır. Örneğin, 2 yaşında otuz beş çocuktan yüzde 71’i pozitif iken, 8
            yaşında 32 çocukta bu oran yüzde 29 bulunmuştur. Bu inceleme   bize , özellikle okul çağından önceki
            çocuklarda difteriye karşı duyarlılığın ne kadar yüksek bulunduğunu ve sonuç
            olarak bağışıklığın ne önemli bir sorun olduğunu kanıtlamaya yeterlidir.  
                  Bu konuda çok sayıda
            yabancı yayın vardır. Özetle Park ve Parkins’in yaptıkları araştırmalarda, yeni
            doğmuş çocuklarda Schick testi yüzde 7 pozitiftir.
              Bu oran üç aydan önce yüzde 15; 3-6 aylık iken yüzde 30 ve bir
            yaşında yüzde 91-93’dür. Zingher’e göre beş yaşına kadar çocuklarda
            pozitiflik yüzde 60, yetişkinlerde ise yüzde 12’dir Değişik yazarların farklı
            sonuçlar alması kullanılan toksine, test uygulama tekniğine ve sonucu okuma ve
            değerlendirmeye bağlıdır. 
                  Ülkemizde difteri, son
            yıllarda  önemli bir enfeksiyon hastalığı
            olarak görülmektedir. Elimizde mevcut 1955-1957 istatistikleri bunu açık olarak
            göstermektedir. 1945’den beri difteri düzenli olarak artmıştır. Örneğin,
            1957’de bu sayı 4830’u bulmuş  ve
            morbidite oranı yüz binde 20.1 olmuştur. Bu olgulardan 670’i ölmüştür. (yüzde
            12.5). Demek oluyor ki her gün ortalama iki çocuk ölmektedir. Bu bilgilerin sağlık
            yöneticilerine yapılan ihbarlara dayanarak Sağlık Bakanlığınca yayınlanan
            istatistiklerden çıkarılmış olduğu hatırlanmalıdır. İhbar edilmeyen, tanı
            konulamayan olguları da buna eklersek işin önemi belirmiş olur.  
                  Difteri aşısı
            uygulanmış çocuklarda Schick hemen yüzde 100 negatif hale gelir. Kimi çocukların
            düzenli aşılandıkları halde Schick reaksiyonunun negatife dönmemesi, bunların
            antikor oluşturma yeteneklerinin zayıf olduğunu kanıtlar. Aşılı çocuklarda her
            yıl antitoksin titrajları ve Schick testiyle kontroller yapılmıştır. Aşıdan bir
            yıl sonra çocukların yüzde 3’ünün, üç yıl sonra yüzde 8’inin, beş yıl
            sonra ise yüzde 34’ünün pozitife döndüğü görülmüştür.  
                  Difteri aşısının
            koruyucu değerini epidemiyolojik olarak kanıtlamak olanağı vardır. Amerika ve bir
            çok Avrupa ülkeleri genel aşılama yoluyla difteriyi ortadan kaldırmayı
            başarmışlardır. Buna en güzel örnek Danimarka’dır. Danimarka’da 1945’de 2667
            difteri olgusu saptanmışken bugün bu ülkede difteri olgusuna rastlamak olanağı
            yoktur. Difteriye aşıyla eradikasyon olanağı vardır. Bir ülkede aşılama yoluyla
            hastalığı önleyebilmek için duyarlı kişilerin yüzde 70’ini aşılamak gerekir.
            Ülkemizde 0-14 yaşları arasındaki çocuk sayısı yaklaşık 8 milyondur. Bu hesaba
            göre, difteri eradikasyonu başarmak için yaklaşık 5 milyon çocuğu aşılamamız
            gerekmektedir.  
                  Türkiye’de sağlık
            örgütü aracılığıyla difteriye karşı aşılanan çocuk sayısı  600-700 bini geçmez. Yani bizim duyarlı kitlenin
            ancak yüzde 10-15’ini aşıladığımız ortadadır. Difteri aşısı Fransa, İtalya,
            Yunanistan, Bulgaristan, Polonya, İspanya, Çekoslovakya ve Yugoslavya’da uygulaması
            zorunlu aşılar arasındadır. Türkiye’de difteri aşısının zorunlu uygulanmasına
            dair yasal bir yaptırım gücü yoktur. Ancak Umumi Hıfzısıhha yasasına göre
            Sağlık Bakanlığı gerek gördüğü yerde, kimi aşıların zorunlu olarak
            uygulanmasına karar verebilir. Türkiye’de ilkokuldaki çocuklara okullarında,
            özellikle kent ve kasabalarda difteri tifo ya da difteri-tetanoz-tifo uygulanmaktadır.
            Okul çağından önceki çocukların difteriye karşı aşılanması büyük bir sorun
            olduğuna göre, asıl önemli olan bunların hastalıktan korunmasıdır. Bu işi
            sağlık merkezleri ve ana-çocuk sağlığı merkezleriyle kısmen de olsa uygulamak
            olanağı vardır. Bir kişinin difteriye karşı bağışık olabilmesi için serumda
            cc.de 0.01 ünite antitoksin bulunması yeterlidir. Bu düzeyin altında bir antitoksin
            ile bağışıklık sağlanamaz.  
                  Kimi ülkelerde Schick
            reaksiyonuyla araştırması yapıldıktan sonra aşı uygulamaktır. Dünya Sağlık
            Örgütü bu yönteme gerek olmadığını bildirmektedir. Ancak 14 yaşından yukarı
            kimselerde difteri aşısı uygulanmak istenirse duyarlılık aramak uygun olur, çünkü
            yaş ilerledikçe aşıdan ileri gelen reaksiyonlar artar. İkinci husus, Schick
            reaksiyonun sonucunu kesin bir anlam ifade etmemesidir. Bu gün negatif reaksiyon veren
            birey, örneğin üç ay sonra serumdaki antitoksin düzeyinin düşmesiyle pozitife
            döner, keza kimi durumlarda Schick toksininin nötralize edecek kadar antitoksin
            organizmada vardır. Ne var ki, bir hastalık oluşursa basillerin oluşturacağı toksin,
            barajı yıkabilir. Genel uygulamada Schick ile duyarlılık araştırması çok zor bir
            iş olur. Aşı reaksiyonları da abartılacak kadar fazla görülmemektedir. 
                  Yukarıda belirttiğimiz
            gibi, enjekte edilecek antijen miktarıyla iki enjeksiyon arasındaki ara da difteri
            bağışıklamasında rol oynar. Bu hususta yapılmış bir çok deneyler vardır.
            Scheibel ve arkadaşları 4 hafta arayla birer cc.lik iki enjeksiyonla yüzde 100
            bağışıklılık; iki kez 0.5 cc. aşı enjeksiyonuyla da yüzde 97.4; dört kez 0.2 cc.
            enjeksiyonuyla yüzde 100 ve iki kez 0.2 cc.aşı enjeksiyonuyla da yüzde 92.5
            bağışıklık elde etmişlerdir. Bunlar serumda antitoksin titrajı yoluyla
            ölçülmüş ve 0.01 ünite üzerinde antitoksin elde edilenler bağışık kabul
            edilmişlerdir. 
                  Bizim uyguladığımız
            yöntem, 3-4 hafta arayla birer cc. olmak üzere üç enjeksiyondur. Kullandığımız
            aşı brüt anatoksindir.50-70 Lf.değerindedir. Karma aşıları da aynı miktarda
            enjekte etmekteyiz. Uygulamada doz bakımından yaş farkı gözetilmemektedir.  
                  Yan reaksiyonlardan da genel
            bilgi olarak söz etmek yerinde olur. Dünya Sağlık Örgütü Eksperler Komitesi, 38 C.
            ateş ve 20mm. yi geçmeyen yerel kızartının normal kabul edilmesini önermiştir. Biz
            ülkemizdeki uygulamada bu ölçüyü aşan olguların oranını binde 2-3 olarak
            saptamış bulunmaktayız. Tasfiye edilmemiş, brüt anatoksinler biraz daha fazla
            reaksiyon husule getirmektedir. Ancak bu gün yerleşmekte olan kanılara göre tasfiye
            sırasında bağışıklamada büyük rolü bulunan proteinlerin de kaybolduğu ve sonuç
            olarak pürifiye aşıların iyi bağışıklık vermedikleri bildirilmektedir.
            Non-spesifik proteinler ;bir adjuan madde gibi etki ederek bağışıklığı
            arttırdığı görüşünü bakteriyle karışık anatoksinlerin çok üstün bir
            bağışıklık vermesiyle desteklemiş oluyoruz. 
                  Bir zamanlar adsorbe
            aşılar dünyada daha geçerliydi. Bunlar, iki enjeksiyonda bağışıklık sağlamak ve
            konsantre olmak yönünden tercih edilmekteydi. Bugün özellikle polionun fazla olduğu
            yerlerde felçlerin artmasına neden olması bakımından terk edilmeye başlanmıştır.
            Kas içinde enjeksiyonu ve ağrılı nodüller oluşturması bakımından da kimi
            zorluklarını belirtmek gerekir. Şaplı aşılar iki enjeksiyonda daha güçlü
            bağışıklık sağladığından ülkemizde de uygulanması uygun olur.  
                  Difteri proteinine karşı
            aşırı duyarlı çocuklarda dozları yarıya, gerekirse daha aşağıya, indirerek
            bağışıklamaya devam etmek uygun olur. Özellikle yaşı büyük olan çocuklarda
            enjeksiyondan önce Moloney testine başvurmak (anotoksinin 1/100 sulandırımından 0.1
            cc.deri içine enjeksiyon), 48 saat içinde duyarlılığı belirtecek yerel reaksiyon
            görülmediği takdirde aşılamak uygundur. 
                  5.Boğmaca
            Bağışıklaması: 
                  Türkiye'de boğmaca
            aşısının üretimine 1948 yılında Hıfzısıhha Enstitüsünde başlanmıştır.
            Bundan önce çok sınırlı şekilde dışardan ithal edilen çeşitli aşılar
            kullanılmaktaydı. Boğmaca aşısının geniş oranda hazırlanmasını Kendrick’in
            çalışmalarına borçluyuz. Bu Amerikalı kadın araştırıcı, kendi adıyla
            isimlendirilen üretim yerinde aşı hazırladığı gibi, farelerde kontrol yöntemlerini
            de ortaya koymuştur.1950’den sonra, Cohen ve Wheeler adlı araştırıcılar
            Cohen-Wheeler adıyla anılan sıvı üretim yerini bularak üretim alanında büyük bir
            gelişmeyi sağlamışlardır. Biz her iki yöntemi kullanmaktayız. 
                  Boğmaca aşısının
            koruyucu etkisi daha 1929’da Madsen’in Danimarka’nın Faroe adalarında yaptığı
            tanınmış uygulamasıyla anlaşılmıştır. Bugüne kadar bu alanda yapılan sayısız
            saha uygulamaları ve laboratuar deneyleri aşının koruyucu etkisini kanıtlamıştır.
            Aşılılarda enfeksiyon oranı yüzde 15 olduğu  halde,
            aynı koşullardaki aşısız çocuklarda bu oran yüzde 88’dir. Boğmaca özellikle
            beş yaşından küçük çocuklarda ölümlere neden olduğu için , süt çocuklarını
            ve beş yaşından küçükleri bağışık kılmak yerinde olur. Boğmacada anadan gelme
            bir bağışıklık söz konusu değildir. Bu nedenle çocukları 2-3 aylık iken
            aşılamak gerekir. 
                  Bir bağışıklama dozu
            55-60 milyar jerm kabul edildiğine göre, bunu 3 yada 4 enjeksiyona bölerek 3-4 hafta
            arayla uygulamak yerinde olur. Elimizdeki aşıların yoğunluğu cc.de 10 ya da 20 milyar
            jermdir. On milyarlıktan bir, bir buçuk, bir buçuk ve bir buçuk yapmak, 20
            milyarlıktan ise üç defada birer cc. enjekte etmek yeterlidir. 
                  Boğmacada bağışıklık
            mekanizması iyice bilinmemektedir. Basilin somatik ve kapsüler olmak üzere iki antijeni
            vardır ve basil bir toksin oluşturmaktadır. Fakat boğmacada bağışıklığın
            antitoksik olduğuna dair elimizde kesin bir bilgi yoktur. Koruyucu bir antijenin
            varlığı kesindir. Bağışıklığın kontrolü agglütinasyon, kompleman birleşmesi
            reaksiyonları, opsono-phagositer  reaksiyonlar
            ve cilt duyarlılığı ile mümkün olabilmektedir. Boğmacada bağışıklığın
            bunlarla koşut gitmediği kanıtlanmıştır. 
                  Ülkemizde boğmaca aşısı
            uygulamasından sonra görülen reaksiyonlar dikkate alınmayacak kadar azdır. Seyrek
            olarak, olgularda 37.5-38C. ateş ve kırıklık görülmekte bu durumlar da 10-12 saati
            aşmamaktadır. Yabancı yayınlarda özellikle jerm sayısı yüksek aşıların
            uygulanmasından sonra, predispoze ve asabi çocuklarda konvülsiyonların görüldüğü
            kaydedilmektedir. Biz bu gibi komplikasyonlara rastlamadık . Keza aşıdan sonra
            ansefalitler de görmedik.  
                  Çocuk bağışıklamasında
            en iyi kombinasyon, difteri-tetanoz-boğmaca üçlü aşısıdır. Okul çağından
            önceki çocukları bu üçlü aşıyla aşılamak en iyi yoldur. Boğmaca, anatoksin
            aşıları gibi ve sürekli bağışıklık veren bir aşı olduğundan her yıl
            tekrarına gerek yoktur. Klasik aşı uygulamasından sonra ertesi yıl bir rapel
            enjeksiyon uygulamalı, daha sonra çocuk 4-5 yaşına gelince bir rapel daha
            yapılmalıdır.  
                  6.Tifo Bağışıklaması: 
                  Genel kanının aksine tifo
            bir yetişkin hastalığından çok bir çocuk hastalığıdır. Çocuklarda hastalığın
            gözden kaçması, hastalığın hafif gitmesinden ve her ateşli diyareden
            hemolkütür.v.b. gibi laboratuar araştırmaları yapılmamasından ileri gelmektedir.
            Yetişkinleri tifoya karşı aşıyla bağışık kılmak daha kolaydır; çocuklarda
            bağışıklık oluşturmak daha güç sağlanmaktadır. Bu nedenle yaş dikkate alınarak
            aşı dozları azaltılmamalıdır. Çocuklar da yetişkinler gibi 1-3 hafta arayla birer
            cc. olmak üzere üç enjeksiyonla bağışık kılmalıdır.  
                  Tifoda aşı üretim
            tekniği, dozlar ve entervaller hakkında kesin hükümlere varılamamıştır. Bugün  elimizde en iyi bağışıklık sağlayan aşıyı
            seçebilecek bir laboratuar yöntemi ne yazık ki yoktur. 1954’de Yugoslavya’da Dünya
            Sağlık Örgütünün katılımıyla yapılan alan uygulamasında bağışıklık
            sağlama yönünden, 56 C. inaktive edilerek yüzde 0.5 fenolle prezerve edilmiş aşı
            (ki bugün kullandığımız yöntemdir.) alkolle öldürülüp yine alkolle prezerve
            edilmiş aşıdan üstün bulunmuştur. Oysa ki laboratuar yöntemleriyle yapılan
            araştırmalarda alkollü aşı fenollüye göre çok üstün bulunmuştu.  
                  Doz, enjeksiyon aralıkları
            ve konsantrasyon yönünden de bir standardizasyon sağlanması gerçekleşmemiştir.
            Bugün bizim yaptığımız ve uyguladığımız yöntem, 1-3 hafta arayla birer cc. üç
            enjeksiyondan ibarettir. 1959’da Rabat’ta toplanan eksperler komitesi,kararlarında
            tifo aşısını  da anotoksin aşıları gibi
            3-4 hafta arayla uygulamayı önermekte ve aşının uzun süreli bir bağışıklık
            sağlayacağını düşünerek her yıl rapel aşı yapılmasına gerek olmadığı ve 3-4
            yılda bir yeniden aşılamanın, bağışıklığın sürmesi için yeterli olacağı
            görüşünü savunulmaktadır. Aslında tifo bugün gelişmiş ülkelerde uygulamadan
            kaldırılmıştır. Tifo ile savaş, aşıdan çok bir çevre sağlığı sorunudur. Az
            gelişmiş ya da bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde tifo yine önde gelen bir sorun
            olduğuna göre, tifo aşısı uygulamasından vazgeçilemeyeceği doğaldır.  
                  Diğer bağışıklamalarda
            olduğu gibi, tifoda da bir plan ve programın olması gerekir. Aşıyı okullarda,
            işyerlerinde, askeri birliklerde, maden ocaklarında, hapishanelerde yani insan
            yoğunluğunun fazla olduğu yerlerde rutin olarak uygulamak iyi olur. Bunun dışında
            kalan yerlerde gelişigüzel uygulama zaman ve para israfına neden olur. Bir de tifonun
            hiperandemik olarak sürekli yüksek düzeyde görüldüğü sınırlı ve belirli
            odaklarda aşı uygulaması gerekir. Böyle odakların bilinmesi için epidemiyolojik
            araştırmaların yapılması, ülkenin bu yönden yapılmış istatistiği ve hatta
            coğrafyası elde bulunmalıdır. Türkiye’de tifo morbiditesi yüz binde 21’dir.
            Örneğin on yıllık istatistiklerle morbiditenin yüz binde 100 ya da 150’nin altına
            düşmediği saptanan yerlerde genel uygulama ve rapeller önerilebilir. Ülkemizde tifo
            olguları haziranda fazlalaşmaya başlamakta, bütün yaz devam ederek kasım ayında en
            yüksek düzeye erişmekte, giderek andemik duruma dönmektedir. Bu nedenle tifo
            bağışıklamasının en geç mayıs sonunda bitirilmesi gerekir. 
                  Paratifo enfeksiyonlarında
            karşı aşıyla sağlanması istenen bağışıklık
              tifoya göre çok düşüktür. Hatta bir çok araştırıcı paratifo
            aşılarının bağışıklık niteliğinden kuşku duymaktadır. Aşımız 250’şer
            milyon A ve B yi ihtiva etmektedir. Biz bunların eklenmesinin şimdilik yararlı
            olacağı kanısındayız. Ülkemizde yılda ortalama 1.5 milyon kişiye tifo aşısı
            uygulanmaktadır. Tüm okullarda, ilkokullarda difteri-tetanozla birlikte olmak üzere
            tifo aşısı her yıl düzenli yapılmaktadır. Tifoda aşıyla bağışıklık,
            anotoksin aşılarında olduğu gibi yüzde 100 değildir., bir yüzdeye vurmak gerekirse
            değerini yüzde 60-70 olarak kabul edebiliriz.  
                  7.Tetanoz
            Bağışıklaması: 
                  Salgın yapan bir hastalık
            olmayan tetanoz, çocuklarda ve yaralanma v.b. gibi durumlarda çok tehlikeli
            olabilmektedir. Sağlık Bakanlığının yayınladığı istatistiklerde ne yazık ki
            tetanoza yer verilmemiştir. Bu nedenle ülkemizde yıllık olgu sayısını kesin olarak
            bilememekteyiz.  
                  Dr.Timur’un
            yayınladığı ilginç bir yazıda on bir yıl içinde hastaneye gelen 56 olgudan
            46’sı önemsiz yaralardan mikrop almışlar, bunlardan 12’si ise yaralandıklarını
            bile fark etmemişlerdir. Bu da bize, tetanozun en önemsiz sıyrıklarından, gül
            dikeninin batmasından bile ortaya çıkabileceğini göstermektedir. Tetanoz sporları
            dış etkilere çok dayanıklı oldukları için her türlü toprakta bulunmaktadır.
            Yurdumuzda İstanbul, Trakya ve Karedeniz bölgelerinde daha çok görüldüğü
            savunulmaktadır. İsviçre’de yapılan araştırmalar da derin göllerin çamurlarında
            bile basil ayrılabildiği bildirilmektedir.  
                  Tetanoz aşısının
            koruyucu değeri çok yüksektir. Bunun en belirgin kanıtı Amerikan ordusunda
            yayınlanan istatistiklerdir. İkinci Dünya Savaşında Amerikan ordusunda iki milyon
            yedi yüz bin yaralıdan ancak 12’sinde tetanoz görülmüştür, bunların da 8’inin
            aşıdan kaçtığı saptanmıştır. Hastalığa yakalanma oranı yüz binde 0.44’dür.
            Birinci Dünya Savaşında ise bu oran yüz binde 13.4 idi. Savaşta yaralanan herkese
            koruyucu tetanoz serumunun Birinci Dünya Savaşında uygulandığını da hatırlatmak
            isteriz.  
                  Serumda 0.01 ünite
            antitoksinin varlığı koruma için yeterlidir. Ülkemizde tetanoz neonatorum sık
            görülmektedir. Bu da aseptik koşullar altında doğum yapılmaması ve cahil ebelerin
            girişimi sonucudur. Anneyi gebelik sırasında aşılamanın bu gibi tetanoz olgularını
            önleyebileceği hakkında yayın vardır. Ancak bu husus kesin olarak
            kanıtlanmamıştır. Yine de gebe kadınları aşılamak yararlı olur kanısındayız.
            Hindistan’da tetanozdan ölüm, özellikle köylerde çok fazladır. Elimizde bir
            istatistik olmamakla birlikte gözlemlerimize dayanarak köylerimizde de çocuk ölümleri
            arasında tetanozun oldukça önemli rolü olabileceği kanısını taşımaktayız.  
                  Tetanoz
            bağışıklamasını da üç- dört hafta arayla, yaş farkı gözetilmeden birer cc.
            üç enjeksiyonda tamamlamak en doğru yoldur. Bir yıl sonra bir rapel enjeksiyonuyla 5
            yıl sürekli bir bağışıklık sağlama olanağı vardır. Aşılı kişilere kuşkulu
            yara aldıkları zaman serum uygulanmaz. Bir cc. aşı enjeksiyonuyla zaten var olan
            bağışıklığı reaktive etmek yeterlidir 
                  8.Poliomyelit (Çocuk Felci)
            Bağışıklaması: 
                  Türkiye’de polio
            salgını yoktur. Görülen olgular sporadik, ülkenin şurasına burasına serpilmiş,
            bir şekildedir. Sağlık Bakanlığı istatistiklere göre, 1950’de 12, 1951’de 27,
            1952’de 71, 1953’de 32 ve 1954’de 41 olgu görülmüştür. Ülkemizde polio
            tanısı ancak felçlerin oluşumundan sonra retrospektif olarak yapıldığından ne doku
            kültürüyle nötralizasyon testi ve ne de kompleman birleşmesi reaksiyonları
            yapılamamaktadır. Bir enfeksiyon hastalığı gibi seyreden polio, ortalama yüzde iki
            olguda felç gibi sekellere neden olmaktadır. Bunun dışında, hastalığa tutulup
            felçsiz atlatılmış olan olgular istatistik dışıdır. Yukarıdaki sayılar, asabiye
            ve fizik tedavi kliniklerine ait hastalara aittir. Bu hususta Dr.Payzın’ın yaptığı
            araştırmalar ilginçtir. Payzın, değişik yaşlardaki çocuklarda nötralizasyon
            deneyi yapmış  0-1 yaş arasındaki
            çocuklarda yüzde 75, 2-5 yaş arasında yüzde 87, 6-9 yaş arasında yüzde 92, 10-14
            yaş arasında yüzde 91 ve 15-30 yaş arasında ise yüzde 95 antikor saptamıştır.
            Demek oluyor ki özellikle bir yaşından sonra hemen tüm çocuklar polio enfeksiyonu
            geçirmekte antijenle sürekli temasta bulunmaktadırlar.  
                  Bu oranlar İsrail’de 0-1
            yaş arasında yüzde 20 ve 2-5 yaş arasında yüzde 66’dır. Amerikanın Charleston
            kentinde yüzde 28 ve yüzde 43 olarak görülmekte, Kahire’de ise yüzde 46 ve yüzde
            86 olarak saptanmış bulunmaktadır. Bizde çocuklar çok erken olarak hastalık
            etkeniyle temas ettiklerine göre, çocukları olanakların elverdiğince erken olarak
            polioya karşı aşılamak gerekir. Yetişkin yaşlarda
              (30 ve daha yukarısı) durum tüm ülkelerde aynıdır, yani insanlarda
            yüzde 100 dolayında bir antikor bulunmaktadır. Bir çok enfeksiyon hastalığında
            olduğu gibi polioda da işlerin yolunda gitmediği, benzer çevre sağlığı
            koşullarına sahip olan 21 milyonluk Mısır’da 551 olgu, 20 milyonluk Yugoslavya’da
            603 olgu varken bizde aynı yıl (1953) 32 olgunun görüldüğünün bildirilmesinden
            açıkça anlaşılmaktadır.   
                  Eksperler komitesinin
            önerilerine göre 7-10 aylar arasında birer ay arayla 1.ve 2. Polio aşılarının
            yapılması, çocuk 15-18 aylıkken üçüncü enjeksiyon, 2-4 yaşlar arasında da
            dördüncü enjeksiyonun yapılması uygundur. Polioda ağız yoluyla aşı  (Sabin aşısı) üzerinde çalışılmaktadır.
            Geleceğin bu aşıda olduğunu söylemek hata olmaz.  
                  9.B.C.G. Aşısı: 
                  Türkiye’de en iyi ve en
            emin şekilde uygulanan aşı kuşkusuz B.C.G. aşısıdır. UNICEF ve WHO’nun
            yardımıyla ülkemizde faaliyette bulunan B.C.G. kampanyası 1959 yılı sonuna kadar 0-6
            yaşlar arasındaki çocuklara 3.8 milyon tüberkülin testi uygulamış, bunlardan 2.9
            milyonunu aşılamıştır. Tüberkülin testinin pozitiflik oranı bu yaşlarda yüzde
            13.4 ve negatiflik oranı ise yüzde 86.5’dir. 7-14 yaşlar arasındaki çocuklarda ise
            bu oranlar, yüzde 33.8 pozitif ve 66.1 negatiftir. Bu yaşlardaki çocuklardan 3.4
            milyonuna test uygulanmış ve bunlardan 2.08 milyonu aşılanmıştır.  
                  Post vaksinasyon B.C.G
            alerjisine gelince, 2-3 aydan sonra Re-test denemelerinde alerji virajı yüzde 95.8, 4-6
            ay sonra yüzde 93.4 ve 6-10 aydan sonra ise yüzde 82.1’dir. Alerji araştırmaları 5
            ünite PPD’nin 72 saat sonra okunmasıyla yapılmaktadır. Araştırma Mantoux
            yöntemiyle yapılmaktadır. Yerel ve yan reaksiyonlara gelince, ülkemizde 30 ilde aşı
            uygulanan 36.925 kişi kontrola tabi tutulmuş, skar ölçüsü 8 mm.yi aşan 1664 kişi
            bulunmuştur ki bu binde 43.1 oranında demektir.  
                  Yerel adenitlere gelince, bu
            da binde 3.4 gibi küçük bir sayıdır ve bunların yüzde 58’i aksiller adenit,
            yüzde 8’i supraklaviküler adenittir. Bunların dışında B.C.G. aşısından ileri
            gelme önemli bir komplikasyona rastlanmamıştır. Bu sayılar Hamdi Açan ve Daver
            Özlüarda arkadaşlarımızın yayınlarından alınmıştır. Ülkemizde çocuklarda
            tüberkülozdan ölüm oranı yüz binde 80-150 dir. B.C.G aşısından ileri gelen
            küçük komplikasyon oranı ise yüz binde biri bile bulmaz. Aşıya bağlı bir ölüm
            olgusu kaydedilmemiştir. Tüm bu bilgilere karşın çocukları B.C.G. aşısı
            uygulamasından yoksun bırakmak bilimsel bir görüşle bağdaşamaz. 
                  10.Çiçek Aşısı: 
                  Ülkemizde uygulanması
            yasal olarak zorunlu bulunan tek aşıdır. Koruyucu etkisini ve önemini açıklamaya
            bile gerek yoktur. Çiçek aşısında başarısızlığın en önemli nedeni, gliserinli
            aşının durmakla gücünü kaybetmesidir. Dört ay buz dolabında duran bir aşı,
            gücünün yüzde 80’ini kaybetmektedir. Bir aşının yüzde yüz etkin olması için
            cc. de 100 milyon virüs bulunması gerekir. Virüs sayısı yüz bine inince aşının
            etkinliği yüzde 10’a iner. Bu hususlar dikkate alınarak, özellikle sıcak ülkeler
            için kuru çiçek aşısı hazırlanması düşünülmüştür. Ülkemiz için de
            üzerinde durulması gereken önemli bir sorundur. Ülkemizde çiçek aşısı danalarda
            hazırlanmaktadır. Aşağıda saprofit jermlerin de fazlalığı yan reaksiyonlar
            arttırmaktadır. Kimi ülkeler aşıyı yumurtada hazırlama yoluna gitmektedir.  
                  İngilizler koyunlarda aşı
            hazırlarlar. Arada bir tavşan pasajları yapmaktadırlar. Biz pasajları merkepte
            yapmaktayız. Ölü virüsle de aşı hazırlanmaktadır. Ancak bu tip aşının gücü,
            canlı virüs aşısına göre daha düşük ve kısa sürelidir. Canlı virüsle
            aşılanamayan çocuklara uygulanabilir. Aşı komplikasyonu olarak ilk akla gelen
            ansefalitlerdir. Ancak, ne yazık ki elimizde güvenilir istatistikler yoktur. Aşıdan
            sonra ansefalit görüldüğünü bildiren yayınlara rastlanmaktadır. Ülkemizde çiçek
            aşısından ileri gelen ansefalitler herhalde çok azdır. Ampirik olarak bunun
            azlığını merkep pasajlarına bağlayanlar vardır. Belki nörotrop özelliğini
            azaltıyor. Aşı ne kadar erken uygulanırsa ansefalit komplikasyonu da o kadar az
            görülür. Bu komplikasyon daha çok büyük çocuklarda görülmektedir.  
            Yararlanılan
            Kaynaklar 
            1.      WHO : Groupe
            scientifigue des recherches sur les vaccines, 1959 
            2.      Vaccinations
            preventives. Extrait de la Revue du Practicien, 1958 
            3.      Fişek, N.H. :
            Çocuk yaşlarında immünizasyon ve değeri, 1959 
            4.      WHO : Conference
            sur la lutte contre les maladies infectieuse par des programmes de vaccination, Rabat,
            1959 
            5.      Akyay, N.,
            Özlüarda, D. :Türk İj. ve tec. Biol.der.13:, no  .3,
            1953 
            6.      Akyay, N., Fişek,
            N.H.  : Türk İj. ve tec. biol. Der., 15:,
            no. 1, 1956 
            7.      Fişek, N.H.,
            Akyay, N. : Türk İj. ve tec. biol. der., 16:, no. 3, 1956 
            8.      Akyay, N. : Türk
            İj. ve tec. biol. der. , 18: , no.2-3, 1958 
            9.      Onul, B. :
            Enfeksiyon Hastalıkları, 1956  
            10. Yalım, F. , Mizan,
            N. , Akpınar, A. : Mikrobiyoloji der. No. 5-6, 1958 
            11. Payzın, S. :Some
            epidemiological aspects of poliomyelitis in Turkey, Bull. Wrld. Hlth. Org. 15:
            339-354-1956 
            12. Açan, H. ,
            Özlüarda, D. : Türk İj. ve tec. biol.der. , 19: 1959 
            13. Sağlık
            Bakanlığı: Türkiye’de B.C.G. kampanyası (1953-1959), 1959 
            14. Scheibel, I.,
            Tulinius, S.: Immunnization of adults against diphtheria, Acta Pathologica, vol. XXVII
            fasc. I, 1950 
            15. Scheibel, I. ,
            Bojlen, K. : Moloney test and its application in vaccination of adults, Acta Pathalogica,
            vol. XXVI, 1949 
            16. Spaun , J. :
            Estimation of typhoid vaccines by agglutination titration of immune rabbit sera, Acta
            Pathologica, vol. XXXIV, 1954  
            17. Cvjetanovic, B. :
            Field trial of vaccines. Am. J. Of  Publ.
            Hlth, vol. 47, no. 5, 1957 
            
             
               
              * Türk Hijyen ve
              Tecrübi Biyoloji Dergisi, 20:327-341, 1960’da yayınlanan bu yazı, Dr.Nusret Fişek ve
              Dr.Necmettin Akyay tarafından yazılmış ve IX. Türk Mikrobiyoloji Kongresinde tebliğ
              edilmiştir. 
               
              |