YÖK'e Açık Mektup*
Tıp fakültelerimizde
eğitim konusunda harcanan çabaların övülecek yönü, bu yazı çerçevesini aşacak
kadar çoktur. Övgü, kişiyi heveslendirmekten başka bir işe yaramaz, tersine
ilerlemeyi engelleyebilir. Bu nedenle bu yazıda sadece yanlış ve eksikliklere
değinmeyi düşünüyorum.
Önce tıp eğitiminin
amacından başlamak istiyorum. Tıp fakülteleri çağlar boyu genel pratisyen
yetiştirdiği için kimi istisnalar dışında, hemen her fakültede amacın genel
pratisyen yetiştirmek olduğu söylenir. Ancak, öğretim programlarına bakılırsa
uygulamanın bu amaca uygun olmadığı da görülür. Fakültelerin çoğunda her bilim
dalı kendisine ayrılan sürede olanakların elverdiğince fazla bilgi vermek ve
uygulamaların, dünya ölçüsünde en yüksek teknolojiyle, nasıl yapılacağını
göstermek çabasındadır. Sanki, tıp eğitiminin amacı öğrencilere kendilerinin ve
bilim dallarının önemini ve üstünlüğünü göstermekmiş gibi. Her bilim dalındaki
bu tutumları bir araya getirerek bir değerlendirme yapılırsa, tıp fakültelerinde
eğitimin uzmanlık eğitimi için bir hazırlık aşaması olduğunu söylemek gerçek
dışı bir sav olmaz. Bu nedenle fakülteyi bitiren her öğrenci bir an önce asistan
olma ve uzman olma isteğindedir. Bu eğilimde, fakültede yeter düzeyde uygulama
becerisi kazanamamış olmanın da rolü vardır.
Tıp eğitimindeki
yanlış uygulamalardan biri de eğitim için olgu seçimindedir. Sık görülen
hastalıkların, öldürücü olmayan hastalıkların, hastalığın başlangıç
dönemindeki olguların üzerinde "eğitime elverişsiz" diye durulmaz.
Öğrenci sık görülen hastalıkların tanı ve tedavisinde, acil olgulara girişimde
bulunmada yeterli bilgi ve beceri kazanmadan, nadir sendromları öğrenerek fakülteden
mezun olabilmektedir.
Tıp eğitiminin
meslek yaşamındaki uygulamalara uymayan bir yönü de muayenehanelerde, sağlık
ocaklarında hekimliğin tek başına yapılan bir iş olmamasına karşın, fakültede
öğrenciye büyük bir ekip içinde hekimliğin nasıl yapıldığı ve yapılacağının
gösterilmemesidir. Eğitim süresinde öğrenciye karar verme becerisi kazanma fırsatı
da verilmemektedir. Bu koşullar altında fakülteyi bitiren ve hayata atılan
öğrenciden tek başına ve değişik teknolojik olanaklarla hekimlik yapma sanatını,
bir bilenin yardımı olmadan, yürütmesi beklenmektedir.
Geleneksel tıp
biyolojik bir bilimdir. Bugün sağlık ve hastalığın çok etkenli bir bio-sosyal bilim
olduğu anlaşılmıştır. Tıp fakültelerinde öğrencilere tıpla sosyal bilimler
arasındaki ilişkiden söz edilmemektedir. Göz önüne alınmayan bir diğer gelişme de
koruyucu hekimlik alanındadır. Hastalıkların asemptomatik dönemde tanı ve tedavisine
olanak veren teknolojik gelişmeler, koruyucu hekimlikte ve tıp uygulamalarında yeni
ufuklar açmıştır. Hekimin hizmet edeceği kişi yalnız hasta değil, tüm sağlıklı
ve hasta kişiler olmuştur. 1960'lı yıllarda tıp fakültelerinde toplum sağlığı ve
hekimliği eğitimine yer vermenin nedeni, bu gelişmelere ayak uydurmaktı. YÖK,
yürüttüğü karşı-devrimle bu gelişmeyi önleme çabasındadır. YÖK, TRT (Türkiye
Radyo Televizyon Kurumu)nin kimi Türkçe sözcükleri yasakladığına benzer şekilde,
tıp öğrencilerine "toplum için, halk için sağlık hizmeti" düzeninin
tanıtılmasını da önleme çabasındadır.
Tıp eğitiminde
karşılaşılan güçlüklerden biri de, tıpla ilgili bilgilerin - özellikle temel tıp
bilimlerindeki bilgilerin - bir kişi tarafından öğrenilebilme sınırını aşmış
olmasıdır. Öğretim üyeleri öğrencilere bu bilgilerden ne kadarının verileceğini
seçmekte güçlük çekmektedirler. Bu genişleyen bilgi hazinesinin baskısı altında
kuramsal eğitim, uygulamalı eğitimin zararına, genişlemiştir. Fakülteler hekim
yetiştirme yerine "hafız" yetiştirir duruma gelmişlerdir. Temel bilim
hocalarından beklenen, öğrencilere temel bilgileri verdikten sonra ilgilendikleri
konuyu kaynak kitaplardan öğrenme becerisi kazandırmaktır. Bu da başarılamayan
doğru uygulamalardan biridir.
Tıp eğitimi
konusundaki sorunlar arasında en önemli olanı öğrenci sayısının eğitim
kapasitesinin üstünde oluşudur. Bu, önceleri hükümetin, bugün de YÖK'ün
baskısıyla yaratılan bir durumdur. Hükümetin tıp öğrenci sayısını artırma
yönündeki istekleri 1930'lu yıllarda, Türkiye'de birkaç bin hekim varken
başlamıştır. Bugün ülkemizde gereğinden fazla hekim olmasına karşın bu baskı
sürmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki nüfus-hekim oranına bakarak tahmin yapma yanlış
bir yöntemdir. Tıp eğitimi kalitesinin düşmesinin ve usta-çırak yöntemine uygun
eğitimin unutulmasının nedeni, kapasite üstünde öğrenci alınmasıdır.
Yazımı, çözüm
konusunda birkaç öneri sunarak bitirmek istiyorum:
1. Tıp fakülteleri
eğitebilecekleri kadar öğrenci almalıdır. Öğretim
elemanı, eğitim araç ve gereçleri, hastanesi yeterli olmayan
gecekondu fakülteler, eksikleri tamamlanıncaya kadar öğrenci almamalıdır.
2. Tıp eğitiminin
ilk iki yılında, temel tıp bilimlerinde (anatomi, histoloji, embriyoloji, biyokimya,
fizyoloji, farmakoloji, patoloji, mikrobiyoloji, fizyopatoloji ve halk sağlığı) temel
bilgiler verilmelidir. Sonraki yıllarda temel tıp bilimleri eğitimi klinik bilimleri
eğitimiyle entegre edilmelidir. Temel tıp bilimleri ders kitapları her iki yılda bir
yayınlanmalı ve bu kitaplar öğrencilere satın alabilecekleri bir fiyatla
satılmalıdır. Klinik yıllarında temel tıp bilimleri eğitimi, öğrencilerin
yapacakları seminerlerle sürdürülmelidir.
3. Öğrencilerin
Devlet ve SSK hastanelerinde yaz stajı yapmaları zorunlu olmalıdır. Bu stajları
disiplin altına almak ve bu hastanelerdeki hizmeti geliştirebilmek için, bu
hastanelerle tıp fakülteleri organik ilişki içine girmelidirler.
4. Son sınıflarda
eğitim, polikliniklerde usta-çırak eğitimi şeklinde sürmeli, öğrenci hastasının
laboratuar muayenelerini kendi yapmalı, tedavi kararını kendi verdikten sonra
hocasının fikrini almalıdır.
5. Ülkemizde zorunlu
hizmet yasası özel bir durum yaratmaktadır. Öğrenciler fakültelerde sağlık ocağı
hizmetlerini yürütmek, diğer sağlık personelini denetlemek ve eğitmek için de
eğitilmelidir. Son sınıfta usta-çırak yöntemiyle ocak hizmetlerini yürütme
becerisi kazanmalıdırlar.
Temel tıp bilimleri öğretim üyeleri, tıp
öğrencilerini eğitme yükü hafifleyince, araştırmaya ve klinik asistanlarına ileri
düzeyde kurs ve seminer yapmaya fırsat bularak fakültelerin bilimsel standardını
yükseltebilirler.
|