Tıpta Sürekli Eğitimin Yeri*
Tıp eğitimi,
öğrencinin tıp fakültesine girdiği gün başlar ve hekimin meslek çalışmasının
bitimine kadar sürer. Beaton bu gereksinmeyi vurgulamak için “Tıp eğitimi 4 yıl
değil, 40 yıldır” sloganını ortaya atmıştır. Tıp fakültesine giren her
öğrenci bunu böyle bilmeli ve kendisini yaşam boyu öğrenime hazırlamalıdır.
Son yıllara gelinceye
kadar, tıp eğitimi dediğimiz zaman anladığımız, tıp fakültelerinde öğrenci
eğitimi (mezuniyet öncesi tıp eğitimi, under-graduate medical education) ve tıp
dallarında ileri eğitim (mezuniyet sonrası eğitim, post-graduate medical education)
süreçleriydi. Mezuniyet sonrası eğitim, mezuniyet öncesi eğitim gibi örgün
eğitimdir. Ancak ülkemizdeki tıpta uzmanlık çalışmaları örgün eğitimden çok
işbaşında eğitim (on-the-job training) uygulamasıdır. Uzmanlık eğitiminin
mezuniyet sonrası eğitim sayılması için söz konusu uzmanlık dalında klinik ve
temel tıp bilimlerini kapsayan kuramsal ve uygulamalı eğitim programının sistemli
olarak işlemesi gerekir. İşbaşında eğitilerek yetişen asistanların temel tıp ve
klinik bilimlerinde bilgilerini artırmaları kendilerinin isteğine ya da şeflerinin
isteğine bağlıdır. Güdüleyici tek önlem uzmanlık sınavı verme zorunluğudur.
Son on yıllarda
tıpta eğitimin üçüncü bir aşaması; sürekli eğitim (continuing education) önem
kazanmaya başlamıştır. Geçmişte, serbest olarak ya da bir kamu kuruluşunda
çalışan hekimlerin tıptaki yeni gelişmeleri ve unuttukları konuları yeniden
öğrenmeleri, tümüyle kendi isteklerine bağlı bir olaydı. Günümüzde sürekli
eğitim gelişmiş ülkelerin pek çoğunda bir kamu kuruluşunda ya da serbest olarak
mesleklerini uygulayan hekimlerin görgü ve bilgilerini sürekli, planlı ve bir amaca
yönelik olarak artırmaları için kendilerini eğitmeleri ve eğitilmeleri için
yürütülen zorunlu bir süreç, bir yükümlülük olmuştur. Sürekli eğitim,
mezuniyet sonrası eğitimden de farklıdır. Mezuniyet sonrası eğitim bir uzmanlık
belgesi ve akademik bir derece almayı amaçlayan örgün bir eğitimdir. Sürekli eğitim
ise, yaygın yetişkin eğitimidir.
Sürekli eğitimi
sadece hekimlere tıpta yeni gelişmeleri duyurmak için yürütülen bir program olarak
düşünmek doğru değildir. Topluma daha iyi sağlık hizmeti vermek için sağlık
sorunlarını ve meslek uygulamasında yapılan hataları sürekli olarak inceleyerek
bunlara çözüm bulmak ve hataları düzelterek daha sağlıklı bir toplum oluşturmak
için çaba harcama, sürekli eğitim programlarının ayrılmaz bir parçası ve temel
amacıdır. Sürekli eğitimle hizmet öncesi eğitim ve hizmet-içi eğitim (in-service
training) uygulamaları da karıştırılmamalıdır. Hizmet öncesi eğitim, bir kurumda
göreve başlamadan önce personele o görevin özelliğine göre gerekli bilgi ve
becerileri kazandırmak için yapılan eğitimdir. Hizmet içi eğitim ise, kurumlarda
verimliliği artırmak için o kurumda çalışanların bilgi ve beceri eksikliklerini
tamamlamak amacıyla düzenlenen programlı eğitim etkinlikleridir.
Mesleklerini uygulayan
hekimlerin eğitimlerini sürdürmelerini zorunlu kılan ve belli bir programa bağlayan
ilk ülke Sovyetler Birliği’dir. Bu ülkede hekimlerin eğitiminin otuzlu yıllarda
programlaştırılmasına karşın bu uygulamaların batı ülkelerinde başlatılması
altmışlı yıllara kadar gecikmiştir. Dünya Sağlık Örgütü konuyla yetmişli
yıllarda ilgilenmeye başlamış ve üye ülkelere önerilerde bulunmak üzere 1973
yılında bir rapor yayınlamıştır.(1) Ülkemizde bu konudan ilk kez 1976 yılında
Türkiye Tıp Akademisi’nin 24.Ulusal Kongresinde söz edilmiştir.(2)
Ülkemizde kapsamlı
bir sürekli eğitim programı henüz başlatılmamıştır. Bununla birlikte tıp
uzmanlık derneklerinin yaptıkları kongreler ve toplantılar, tıp dergileri ve
kitapları, düzenlenen kimi kurslar hekimlere bilgilerini yenilemeleri için sınırlı
bir olanak sağlamaktadır. Bu yıl kabul edilen Sağlık Hizmetleri Temel Yasasıyla da
tüm sağlık personeline hizmet içi eğitim zorunlu kılınmıştır. Bu yasada zorunlu
kılınan hizmet içi eğitimdir. Yasa, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
tartışılırken, Türk Tabipleri Birliği temsilcisi terim yanlışına değinmiş ve
“sürekli eğitim” olarak düzeltilmesi gerektiğini hatırlatmıştır. Bir
milletvekili, serbest çalışan hekimlerin de hizmet yaptığı ve bu nedenle
değişikliğe gerek olmadığını savunmuştur. Toplantıda bulunan Sağlık ve sosyal
Yardım Bakanı Dr.Mustafa Kalemli de Türk Tabipleri Birliği’nin görüşünü
desteklemediği için, yasa hizmet içi eğitim zorunluluğu biçiminde çıkmıştır.
Konu bir dava konusu olursa, hukukçular serbest hekimlerin yasanın bu hükmü kapsamı
içinde olmadığını savunabilir. Çıkan yasanın sürekli eğitimi zorunlu kılan 3
(h) maddesi antidemokratik bir hüküm taşımaktadır. Bu hükme göre, eğitim
programlarında başarılı olmayan hekimlere Sağlık Bakanlığı geçici ya da daimi
olarak meslekten uzaklaştırma cezası verebilecektir. Bu maddede, kimi hekimlerin
haksız bir uygulamaya uğramalarını önleyecek bir bölüm de vardır. Bakanlık hekime
ceza vermeden önce, Türk Tabipleri Birliği’nin görüşünü almak zorundadır.
Ülkemizde sürekli
eğitimin kurumlaşmaya başladığı bu günlerde, diğer ülkelerdeki uygulamaları
incelemek ve bize en uygun olan modeli savunmak zorundayız. Model, Sovyetler
Birliği’nde olduğu gibi, Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü bir hizmet içi
eğitim programı olabilir. Sovyetler Birliği’nde sürekli eğitim “Tıp İleri
Eğitim Enstitü”leri tarafından yürütülür. Kırsal bölgede çalışan hekimler 3
yılda bir, kentlerde çalışanlar 5 yılda bir, eğitim merkezlerinde belirli bir süre
çalıştırılırlar ve bu sürede hazırlanan eğitim programına katılırlar.
Enstitüler, özellikle hastane uzmanlarının eğitimi için hastanelere öğretim
üyeleri gönderirler. Bu eğiticiler bir süre hastane uzmanlarıyla birlikte
çalışarak onları iş-başında eğitirler. Sovyetler Birliği’nde poliklinikler köy
ve mahallelere yayılmıştır. Her poliklinikte iki iç hastalıkları, iki çocuk, iki
kadın doğum, bir diş-ağız hastalıkları uzmanı vardır. Bunlar sürekli eğitim
için her yıl bölgelerinin hastanelerinde kısa sürelerle çalışır ve bilimsel
toplantılara katılırlar. Eğitim Enstitüleri hekimlere sürekli olarak yeni
yayınlardan onları ilgilendirenleri derleyen bültenler gönderir. Yabancı dilde
yazılan kitap ve makaleleri de Rusça’ya çevirip yayınlarlar. Bu model, Sovyetler
Birliği’nde aksamadan uygulanabilir. Çünkü hekimlerin tümü kamu görevlisidir.
Amerika Birleşik
Devletleri’nde ise, sistem -Amerikan Tabipler Birliği gibi- hekim kuruluşlarıyla
eyaletler (state) tarafından yürütülür. Hekim kuruluşları eğitimi planlar ve
hastanelerle işbirliği yaparak eğitimi sürdürür. Eyalet sağlık daireleri sürekli
eğitim standartlarının saptanmasında, planlama ve değerlendirilmesinde hekim
kuruluşlarıyla işbirliği yapar. Bu sistemde hekim kendisini ilgilendiren konu ve
uygulamaları seçme ve kendisi için uygun zamanı belirleme özgürlüğüne sahiptir.
Katıldığı uygulamalardan kazandığı puanlar, öngörülen sayıyı tutuyorsa
hekimlik yapmayı sürdürür. Yeter puan toplayamayan hekim, noksanını tamamlayıncaya
kadar, eyalet sağlık idaresi tarafından hekimlik yapmaktan alıkonulur.(3)
Ülkemizde sürekli
eğitim yasal bir zorunluk ve tıp meslek ahlakı bakımından savsaklanamaz bir
görevimizdir. Ne Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi, bir devletçi model ve ne de
Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi disiplin ve kurumlar arası ahenkli
çalışma isteyen bir model ülkemizde aynen uygulanamaz. Kendi koşullarımıza uygun
modeli bizim bulmamız gerekir. Bu hizmetin hekimlerimiz için en .iyi ve halkımız için
en verimli bir şekilde yapılmasını sağlamak üzere birleşelim ve başaralım.
Yararlanılan
Kaynaklar
1. World Health
Organization: Continuing education for physicians, WHO Technical Report Series No.534,
Geneva, 1973
2. Fişek, N.H.:
Hekimlikte Sürekli Eğitim, Türkiye Tıp Akademisi Mecmuası 10: sayı 4, 1976
Toplum ve Hekim Dergisi’nin gelecek sayısında
Dr.E.Akalın tarafından hazırlanan “A.B.D.’de hekimlerin sürekli eğitimi”
konusunda yayınlanacak yazıdan
|