Tıp Fakültesinde Öğretim
Programlarının Geliştirilmesinde Çağdaş Görüşler*
1. Giriş :
Günümüzde tıp
teknolojisindeki büyük gelişmeler, birincil ve ikincil korumanın önem ve öncelik
kazanması ve herkese koruyucu ve tedavi edici hekimlik hizmeti sunma zorunluğu, sağlık
hizmetlerinde büyük değişiklikler yapılmasını gerektirmiştir. Bu değişme
zorunluğu sadece, kendi koşullarına uymayan gelişmiş ülke hizmet modellerini aynen
kabul eden, az gelişmiş ülkeler için değil, kendi kültürlerinin bir parçası
olarak geliştirdikleri modelleri yeni görüş ve gelişmelere uydurma zorunda olan,
gelişmiş ülkeler için de söz konusudur.
Bu değişmelerin
nerede ve nasıl yapılması gerektiği konusunu inceleyenlerin görüş birliğine
vardığı husus, geleneksel mezuniyet öncesi tıp eğitim modelinin, çağımızın
sağlık hizmet anlayışına uydurulmasının çözümlenmesi gerekli çeşitli sorunlar
arasında önemli bir yeri olduğudur. Bu uyumun sağlanması da tıp öğretim
programlarında büyük değişmeler yapılmasını gerektirmektedir.
Bu değişmenin
yönünü saptamak için önce, mezuniyet öncesi tıp eğitiminin amacını saptamak
gerekir. Mezuniyet öncesi tıp eğitiminin amacının ne olması gerektiği konusunda iki
temel görüş vardır. Bunlardan biri,
gelişmiş veya az gelişmiş ülkelerde tıp fakültelerinin aynı eğitim standardını
koruması gerektiği görüşüdür. Diğer görüş, öğretim programlarının, her
ülkenin koşulları göz önününde tutularak, sağlık örgütlerinin gereksindiği
nitelikte hekim yetiştirecek şekilde düzenlenmesidir.
Ben, "biz
Sağlık Bakanlığının istediği nitelikte değil, dünya standartlarına göre hekim
yetiştirmekten sorumluyuz" görüşünü savunan veya "bizim fakültelerin
mezunlarının Amerika Birleşik Devletleri'nde yabancı fakülte mezunları için
yapılan sınavda (ECFMG) başarı oranları diğer fakültelerden yüksek" diye
öğünen öğretim üyelerine rastladım. Bu görüşün ne kadar yaygın olduğunu
tartışmaya gerek yoktur. Önemli olan tıp
fakültelerinde bu görüşte olanların varlığı ve eğitimi bu düzeyde tutma
çabasında olmalarıdır.
Bu tutum ve davranış
gelişmiş ülkeler için -bir ölçüde- çok zararlı olmayabilir. Çünkü bu
ülkelerin kaynakları ve ekonomik gücü hekimliği en yüksek düzeyde herkese
götürecek kadar yeterlidir. Az gelişmiş ülkelerde ise durum farklıdır. Bu
ülkelerin insangücü gizi (potansiyeli) ve ekonomik gücü herkese tıp fakültelerinde
sunulan ve öğrencilere öğretilen düzeyde hizmet sunmaya yetmez. Az gelişmiş
ülkelerde bu tip eğitimi en yüksek teknoloji düzeyinde tutma, diğer etkenler ile de
birleşince, hekimlik hizmetinden belli bir azınlığın en yüksek düzeyde
yararlanmasına karşın büyük çoğunluğun hizmetten yoksun kalması sonucunu
doğurur. Ülke koşullarına uygun olmayan tıp eğitiminin doğurduğu diğer bir sonuç
da, öğrendiği hekimliği ülkesinde uygulayamayan ve o biçim hekimlikte gelişmek
isteyen hekimlerin gelişmiş ülkelere göç etmesidir. Az gelişmiş ülkelerde tıp
öğretimini değerlendiren bir İngiliz yazar, bu çelişkiyi şöyle değerlendiriyor
(1):
"Az gelişmiş
ülkelerde tıp eğitimi neo-kolonializm'in örneklerindendir. Az gelişmiş ülkeler,
tıp merkezleri kurmaya ve batı standardında hekim yetiştirmeye özendirilmektedir. Bu
ülkelerde tıp merkezleri gelişmiş ülkelerin tıp araç, gereç ve ilâç sanayii
için iyi bir pazar olmakta, burada yetişen hekimler de gelişmiş ülkeler için ucuz
hekim gücü kaynağı teşkil etmektedir."
Mezuniyet öncesi tıp
öğretim programlarının amaca uygun biçimde hazırlanması için amacın;
öğrencilere tek başına genel pratisyenlik yapacak bilgi ve becerileri kazandırmak
mı, yoksa onları mezuniyet sonrası uzmanlık eğitimine hazırlamak mı olduğuna karar
vermek gerekir.
Tıp fakülteleri
çağlar boyu genel pratisyen yetiştirdiği için, bazı istisnalar dışında hemen her
fakültede amacın genel pratisyen yetiştirmek olduğu söylenir. Ancak öğretim
programlarına bakıldığı vakit uygulamanın bu amaca uygun olmadığı görülür.
Fakültelerin çoğunda her bölüm ve kürsü eğitim için kendisine ayrılan sürede
neyi ve nasıl öğreteceklerini saptama özgürlükleri olduğu için çoğu kez bir
fakültenin her bölüm ve kürsüsü eğitimi kendi amaçlarına göre yürütmektedir.
Bu amaçla da genellikle en yüksek düzeyde ve mümkün olduğu kadar fazla bilgi
vermeye, öğrencilere meslek üstünlüklerini ve bilim dallarının diğerlerinden
önemli olduğunu göstermeye çalışırlar. Bir yazarın aşağıdaki gözlemleri bu
durumu iyi bir biçimde yansıtmaktadır (2):
" Hastanelerde
öğrencilere gösterilen vakaların seçiminde üç hususa önem verilmektedir:
Hastalığın vahim oluşu, nadir vaka oluşu ve başka nedenlerle hastaneye
alınmasının uygun oluşu. Sık görülen hastalıklar, öldürücü olmayan
hastalıklar ve hastalığın başlangıç devresindeki vakalar ise "eğitime
elverişsiz" diye bir tarafa itilmektedir".
Bir ülkenin tıp
fakültelerinin o ülkenin sağlık hizmetlerinin gerektirdiği biçimde hekim
yetiştirmesi zorunluğu kabul edildikten sonra tıp fakülteleri ile sağlık hizmetinin
yürütülmesinden sorumlu örgütün işbirliği yapmasını ve birbirini destekleyecek
ve tamamlayacak şekilde davranmalarını beklemek doğaldır. Bu işbirliğinin
yaratılması sosyalist ülkelerde bir sorun olmamıştır. Çünkü hekimler dahil tüm
sağlık personelinin yetiştirilmesi Sağlık Bakanlığı'nın kontrolu altındadır.
Buna karşın batı ülkelerinde ve batı modelini kabul eden az gelişmiş ülkelerde
durum farklıdır. Bu ülkelerde tıp fakülteleri ya bağımsız üniversitelere veya
Milli Eğitim Bakanlıklarına bağlıdır. Bu nedenle sağlık hizmetini yürüten
örgütler ile tıp fakülteleri arasında işbirliği geliştirme zor olmaktadır. Bu
zorluğu yenmek için çeşitli önlemler düşünülmüş ve uygulanmıştır. Bunlardan
birisi sağlık hizmetini yürüten örgütün, tıp fakültelerini bitiren hekimlerin
ülkede hekimlik yapmak için diplomalarını tescil ederken belli koşullar aramasıdır.
Örneğin: Kırsal bölgede internlik yapmak, kendi düzenlediği tescil öncesi sınavı
başarmak. Son zamanlarda başvurulan bir yol da, fakülte temsilcilerinin de
katıldığı bir sağlık hizmetleri koordinasyon komitesi kurmaktır. Fakülteler
alacakları öğrenci sayısı ve yetiştirilecek hekimlerin nitelikleri hususunda bu
komitenin kararına uymaktadırlar. Faklüte öğretim üyelerinin ülkenin gerçeklerini
anlamaları ve eğitimde ülke koşullarını göz önüne almalarını sağlamak için,
başvurulan bir diğer yol da tıp fakültelerine bir bölgenin sağlık hizmetlerini
yürütme görevi verilmesidir. Örneğin: Genel pratisyenlik ve koruyucu hekimlik
kürsülerinin sağlık merkezlerinin, diğer kliniklerin de devlet hastanelerininin
hizmetini denetlemesi, desteklemesi ve hekimler dahil tüm sağlık personeline iş
başında ve hizmet içinde eğitim vermeleri.
Sağlık hizmetlerini
yürüten örgütlerin tıp fakülteleri ile işbirliği yapmalarında karşılaşılan
güçlükler, birçok yerlerde akademik bağımsızlığın ülke gerçeklerinden kopma
şekline dönüşmesi, öğretim üyelerinin kendilerini halkları ile değil, gelişmiş
tıp merkezlerindeki meslektaşları ile idantifiye etmeleri, ülkelerin sorunları ile
değil, kendilerinin en yüksek düzeydeki mesleki sorunları ile ilgilenmeleri ve tıp
eğitimini bu yöne itmeleridir.
Tıp fakülteleri ile
sağlık hizmetini yürütmekle görevli örgüt arasındaki işbirliğinin önemini
gören Dünya Sağlık Örgütü, son yıllarda sağlık hizmetleri ve insangücü
geliştirme kavramı (IHSMD. Integrated health services and manpower development) diye
adlandırılan bir program geliştirmektedir. Bu konu, uluslararası düzeyde ilk defa 23
üncü Dünya Sağlık Örgütü Genel Toplantısında teknik tartışma konusu olarak ele
alınmıştır (3). Aynı örgütün 24, 25, 27 ve 29 uncu toplantılarında da eğitim ve
hizmet örgütleri arası işbirliğini geliştirmeyi öngören öneri kararları
alınmıştır (4). En son olarak Dünya Sağlık Örgütü, Eylül 1976'da konuyu
incelemek ve çalışmalara ışık tutmak amacıyla bir danışmanlar toplantısı
düzenlenmiştir (5). Bu çalışma grubunun önerileri Ek 1 de verilmiştir.
2. Öğretim Programlarının Hazırlanmasında
Gözönüne Alınacak İlkeler:
Yarının
hekimlerini yetiştirmek sorumluluğunu yüklenmiş olan tıp fakülteleri öğretim
üyeleri, öğretim programlarını hazırlarken, başka ülkelerde yapılanları değil,
kendi ülke koşullarını ve gereksinmelerini göz önüne almalı, sorumlu olduğu
dersin eğitim programını kendi amacına göre değil, fakültenin amacına göre
yapmalı, düne değil, bugüne veya yarınlara bakmalı, sağlık hizmetlerinin halka
sunulmasındaki değişmeleri sürekli olarak göz önünde tutmalıdırlar. Ben yazımın
bu bölümünde zamanımızda gözlenen ve önemi gelecekte daha belirgin hale gelecek
olan beş olgu üzerinde duracağım.
a- Sağlık hizmetinden yararlanmanın insan hakkı
oluşu: Hekimlik hizmetinin geleneksel düzeni, parası olan ve hekime başvuran
kişinin hekimlik hizmetinden yararlanmasıdır. Geçmişte, parası olmayanlar ise
çoğunlukla halk hekimliği olanakları ile yetinirler veya hayrına hasta bakan bir
hekim veya kurum bulurlarsa onlara başvururlardı. 19 uncu yüzyıl ortalarında zayıf
bir akım olarak başlayan "Sağlık hizmetinden yararlanmada eşitlik"
görüşü gittikçe kuvvetlenmiş ve 1946 yılında kabul edilen "İnsan Hakları
Bildirisi"nde ve Dünya Sağlık Örgütü Anayasasında sağlık hizmetlerinden
yararlanma bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir. Bu, Dünya Sağlık Örgütü
Anayasasında şöyle belirtilmiştir (6):
"Irk, din,
politik inanç, ekonomik ve sosyal durum farkı gözetmeksizin, herkesin ulaşılabilecek
en yüksek sağlık düzeyine ulaşması temel haklarından biridir".
Sağlık hizmetinden
yararlanma bir hak olunca, bunu sağlamanın bir devlet görevi olması kaçınılmazdır.
Ülkemizde 1961 Anayasası bu gerçeği kanıtlamıştır. Sağlık hizmetinin devlet
hizmeti oluşunun doğal sonucu, hekimliğin kişiye hizmet eden meslek olmaktan çıkıp,
kamuya hizmet eden bir meslek olmasıdır. Bu nedenle mezuniyet öncesi tıp eğitiminde
öğrencilerin kamu hizmetlisi olacak biçimde eğitilmesi için gerekli koşullar
sağlanmalıdır.
b- Koruyucu hekimliğin önem kazanması: Bu
yazıda, kişileri hastalıklardan koruma (birincil koruma, primary prevention) veya
kişilerin hastalıklarını presemptomatik dönemde teşhis ve tedavi etmenin (ikincil
koruma, secondary prevention) daha ucuz, daha kolay, aktöreye daha uygun olduğunun
kanıtlarını sıralamak gereksizdir. Sadece, koruyucu hekimliği, çevre hijyeni ve
bulaşıcı hastalıklarla savaş saymamak gerektiğini belirtmek yeterlidir. Koruyucu
hekimlik hizmetleri çevreye ve kişiye yönelik olarak ikiye ayrılır. Bunlardan
birincisi mühendislik hizmeti, ikincisi hekimlik hizmetidir. Hekimlerin yapacağı
kişiye yönelik hizmetler de bağışıklama, uygun beslenme aşırı doğurganlığın
kontrolü, ilaçla koruma (kemoprofilaksi), erken teşhis ve tedavi ve sağlık
eğitimidir. Tedavi hizmetinin sunuluşu ile, koruyucu hekimlik hizmetinin sunuluşu
arasındaki önemli farkın; tedavi hekimliğinde hizmet edilenlerin hastalar, koruyucu
hekimlikte ise sağlam kişiler olduğu göz önüne alınacak olursa, sağlık
hizmetlerini, sağlam kişilerin tümüne yetişecek şekilde örgütleme ve tıp
öğrencilerini hem hastalara ve hem de yukarıda sayılan kişiye yönelik koruyucu
hizmetleri toplum içinde sağlam kişilere yapacak şekilde, eğitmek gerektiği ortaya
çıkar.
c- Sağlık hizmetlerinin bir ekip hizmeti oluşu:
Geleneksel hekimlik, tek kişinin yaptığı hizmettir (solo-practice). Ancak hekimlik
teknolojisindeki büyük gelişmeler nedeni ile, hizmetlerin yürütülmesi için gerekli
tüm bilgi ve becerileri bir kişinin kazanmasının olanaksızlığı, hekimlik hizmetini
isteyenlerin artışına kıyasla hekim sayısının artışının yetersiz oluşu ve
hekim hizmetinin maliyetinin yüksek oluşu gibi nedenler ile, yeni sağlık meslekleri
doğmuş, hekimlerin yapabildiği hizmetlerin bir kısmı hekim olmayan sağlık
personeline aktarılmış ve hekimler ile sağlık meslekleri mensuplarının bir ekip
halinde çalışma zorunluğu doğmuştur. Gerçekten çağdaş hekimlik, hastanelerden
toplum içindeki hizmetlere kadar, küçük ekiplerin oluşturduğu büyük bir ekibin
hizmetidir.
Az gelişmiş
ülkelerde batı ülkeleri standardında eğitim görmemiş sağlık personelini
çalıştırma zorunluğu, ekip hizmetine yeni bir uygulama biçimi getirmiştir.
Örneğin az gelişmiş ülkelerde ana-çocuk sağlığı hizmetini hekimlerin yürütmesi
olanaksızdır. Periodik muayeneleri, aşılamaları ve anne eğitimini hemşirelerin,
ebelerin, hatta yardımcı hemşire ve ebelerin yapması ve buldukları hastaları hekime
yollaması gerekir. Bazı ülkelerde sık görülen ve kolay teşhis edilen
hastalıkların tedavisi için de hekim olmayan sağlık personelinden
yararlanılmaktadır.
Hekimliğin bir ekip
hizmeti oluşu ve ekiplerde standart eğitim görmemiş personelin bulunuşu, hekimlere
ekip önderliği ve iş başında eğitim sorumluluğu verme zorunluluğunu doğurmuştur.
Bu nedenle tıp eğitiminde öğrencilere ekip içinde çalışma, ekip önderliği yapma
ve ekip içinde iş başında eğitim yapma bilgi ve becerilerini de kazandırma
zorunluğu vardır.
d- Hekimliğin sosyal bilimlerle bütünleşmesi:
Hekimliğin sosyal bir bilim olduğu 19 uncu yüzyıl ortalarından beri söylenir gelir.
Başlangıçta garipsenen bu görüş gittikçe kuvvetlenmiştir ve bugün
"teknisyen" düzeyini aşıp "düşünür" düzeyine erişen hekimler,
sağlığın sosyal bir kurum olduğunu, bir toplumda sağlık hizmetlerinin sağlıklı
bir biçimde yürümesi ve gelişmesi için toplumun diğer sosyal kurumları ve
kültürü ile ahenkli bir biçimde ele alınması ve geliştirilmesi gerektiğini
tartışmasız kabul etmektedirler. Hekimlik ve sosyal bilimlerin bu yaklaşımı, tıp
sosyolojisi, tıp antropolojisi, sağlık ekonomisi gibi yeni bilim dallarının
doğmasına neden olmuştur (7,8).
Sosyal bilimlerin
hekimliğe katkısını göstermek için bir olayı inceleyelim. Tıp sosyolojisinin
ortaya koyduğu gerçeklerden biri, hekimlikte biyolojik sayılan olguların temelinde
sosyal ve ekonomik etkenlerin bulunduğu ve bu etkenleri kontrol etmeden sonucun değiştirilemeyeceğidir. Bu
görüşü ülkemizden bir örnek vererek açıklayalım. Türkiye'de her yıl pnömoniden
ölen çocuk sayısı 50.000 dolaylarında tahmin edilmektedir. Bir hastalık veya ölüm
karşısında sadece biyolojik nedenleri düşünen hekim için, "hastalığın
nedeni pnömokoklar ve ölüm nedeni kalp yetmezliğidir" yargısı yeterlidir. Acaba
bu yargı doğru mu? Bir sosyal bilimci bize sorabilir: "Pnömoniye yakalanan her
çocuk ölür mü?". Yanıtımız. "Hayır! Pnömoniye yakalanan çocuklar erken
hekime getirilir ve tedavi edilirler veya çocuklarda ileri derecede beslenme
yetersizliği yoksa ölme olasılığı çok azalır" olacaktır. O halde ölümün
temel nedeni beslenme yetersizliği veya hekimlik hizmetinden yararlanamamaktır. Bunlar
sosyal olgulardır. Bu sosyal olguların da nedenlerini araştırabilir ve bir dizi
sosyal, kültürel ve ekonomik neden bulabiliriz. O halde tıp öğrencilerine pnömoni
teşhis etmek ve bir antibiyotik reçetesi yazmakla, meslek amaçları olan hastaların
tedavisinin sağlanamayacağını, sağlık hizmetinin sosyo-ekonomik sistemin bir
parçası olduğunu ve sağlıkla diğer sosyal, ekonomik ve kültürel koşullar
arasındaki etkileşimi öğretmek gerekir. Bu nedenle zamanımızda hekimliğe hazırlık
eğitiminde, tıp öğrencilerine hekimlik ile ilgili sosyal bilim konularının da
öğretilmesi istenmektedir.
3. Eğitim Programlarının Başarılı Olma
Koşulları:
İnsanlar duydukları
ile değil, gördükleri ve yaptıkları ile yeni davranışlar kazanırlar. Bu nedenle
iyi düzenlenen bir eğitim programının bekleneni vermesi için öğrencilerin
eğitildiği çevre önemlidir. Örneğin, öğretim üyeleri, teşhis ve tedavisi güç
vakalara ve meslekte eksiksizciliğe (perfectionism) önem veriyorlar ise, öğrencilerin
toplumda en çok görülen ve en çok öldürülen basit hastalıklara ilgi duyması
beklenemez. Öğretim üyesi için hekimlik, kazanç sağlamak için bir araç ise,
öğrencisinin hekimliği halk yararına uygulamaya öncelik vermesi hemen hemen
olanaksızdır. Bir öğrenci hekimlik yeteneğini arttırmak için, bir tıp merkezinin
kliniklerinde rotasyona girer ise, bu öğrenci genel pratisyenlik öğrenmez. Bir tıp
merkezinde asistan olma yeteneğini geliştirir ve bu yolu tutmaya şartlanır. Öğretim
üyeleri istedikleri kadar korunmanın tedaviden üstün olduğunu söylesinler. Koruyucu
hekimliği sadece ders kitabından okuyan, hiçbir uygulama ve uygulamanın sonucunu
görmeyen bir öğrencinin, mezun olduktan sonra koruyucu hizmetlere öncelik vermesi
beklenemez. Bu nedenle çağdaş eğitimlere uygun bir öğretim programının başarıya
ulaşması için öğretim üyeleri öğrencilere olumlu örnek olmalı ve eğitimde
teorik veya yatak başında eğitimden çok, poliklinik ve sağlık ocaklarında staja
ağırlık verilmelidir.
Tıp fakültelerinin
öğretim programlarının ülkenin gereksinmelerine uydurulması ve öğretim üyelerinin
davranışlarının olumlu olması da istenen sonucu elde etmeye yetmez. Toplumda hizmetin
sunuluş biçimi sonucu etkileyen en önemli etkendir. Eğer bulunduğu toplumda koruyucu
hekimlik kazanç getiren bir hekimlik dalı değilse, -hekim bunun sakıncasını
kavramış olsa bile- kazanç getirmeyen koruyucu hekimlik hizmetlerini yürütme
görevini almaz. Uzmanlar, genel pratisyenlerden fazla kazanıyorsa, hekim -genel
pratisyenliğin önemine inansa bile- uzman olur. Ekonomik olarak gelişmiş bölgelerde
kazanç olanağı varken, hekimin bu kazançtan vazgeçip kazancın az olduğu kırsal
bölgelere gitmemesi de doğaldır.
4. Sonuç:
Yukarıdaki
tartışmalar ışığında, "Türkiye'de hekimlik öğretim programı nasıl
olmalıdır?" sorusunu yanıtlamak için, önce ülkemiz olanak ve koşullarını
belirlemek gerekir. Türkiye'de 1961 Anayasasına göre sağlık hizmetleri bir devlet
görevidir ve devlet herkese hizmet götürme zorundadır. Devletin bir hizmeti satması
bahis konusu olamayacağına göre, öğrencileri, hekimliğin satılan bir hizmet
olmaktan çıkarılmış olduğu bir sistemde çalışacak biçimde yetiştirmek gerekir.
Türkiye'de kişiye
yönelmiş tüm koruyucu hizmetler ile tedavi hizmetlerinin -gelişmiş ülkelerde olduğu
gibi hekimler tarafından yürütülmesi ilkesi kabul edilirse- hekim sayısı yetersiz
olduğundan- bu hizmetten herkesin
yararlanması olanağı olmaz. Hizmeti herkese götürebilmek için geleneksel olarak
hekimlik hizmeti sayılan birçok hizmetleri, hekim olmayan personele devretmek gerekir.
Bu personelin yaptıkları hizmetin niteliğinin yeterli olması için de, bunların
hekimin yönettiği bir ekip içinde ve sıkı bir denetim altında işbaşında
eğitilerek çalışmaları gerekir. Ülkemizin sağlık örgütlenme modelinde temel
birim olan sağlık ocaklarında koruyucu ve evde-ayakta tedavi edici hekimliğin, hekimin
önderliğinde hemşire, sağlık memuru ve köy ebelerinden oluşan bir ekip tarafından
yürütülmesi ön görülmüştür. Bu duruma göre hekimlik öğretim programı,
öğrencilere ocak hekimliğinde başarılı olabilecek bilgi ve beceriler ve özellikle
ekip liderliği ve hekim olmayan personeli
iş başında eğitme yeteneği kazandıracak biçimde düzenlenmelidir. Bunun
yapılabilmesi için öğretim programlarında şu konular ele alınmalıdır:
a- Hekimlik için
sosyal bilimler,
b- Koruyucu hekimlik
ilkeleri,
c- Toplumun sağlık
sorunlarını ve tanı yöntemlerini öğretmeyi öngörecek şekilde programlanmış
epidemiyoloji dersleri,
d- Normal çocuk ve
gebelerin muayene edildiği aile kliniklerinde, sağlık ocaklarında staj ve internlik.
Ülkemizde tıp
fakülteleri, öğretim programlarında bu yönde değişiklik yapmaktadırlar. Bazıları
bu değişikliğin büyük kısmını yapmışlar, bazıları ise henüz başlangıç
aşamasındadır.
Fakültelerin,
ülkemizde tıp eğitiminde karşılaştıkları sorun; bütün fakültelerin gelişmiş
ülkeler standardına uygun düzeyde eğitim yapmaları
ve ülke şartları ile gereksinmelerini düşünmemeleridir. Bu sorun
sadece Türkiye için değil, Türkiye'den daha az gelişmiş ülkeler için de bir
sorundur. Bu geleneği başarı ile kıran ülke Çin Halk Cumhuriyetidir (9).
Çin'de, tıp
fakültelerinde eğitim, ihtilalden önce batı ülkelerinin fakülteleri gibi idi.
İhtilalden sonra Sovyetler Birliğinin tıp eğitimi modeline dönüşmüştür. 1965 de
kültür devriminin başlaması ile sağlık personeli yetiştirme ve çalıştırma
politikasında da büyük değişmeler olmuştur. 1965-1971 yılları arasında tıp
fakülteleri kapatılmış ve öğretim üyeleri belirli bir program çerçevesinde
kırsal bölgelerde 1-2 yıl çalıştırılmışlardır. Bunun amacı halkın
gereksinmelerinden çok, meslek sorunlarına yönelik olan öğretim üyelerinin Çin'in
gerçeklerini görmelerini ve öğrencilerini
Çin'in sağlık sorunlarını çözecek şekilde yetiştirebilmelerini sağlamaktır.
1971 yılında tıp fakülteleri pratik eğitime ağırlık veren ve 3-4 yılda hekim
yetiştirecek bir programla yeniden eğitime başlamıştır. Buna hekimliği
meslekçilikten kurtarma (deprofessionalization) hareketi denmektedir. Üç yıllık bir
tıp fakültesinin 1 inci yılında, 4 ay temel tıp bilimleri öğretilmekte, bundan
sonra kırsal bölgedeki sağlık merkezinde öğrencilere usta-çırak yöntemi ile
klinik ve koruyucu hekimlik eğitimi yapılmakta, ikinci yıl eğitim hastanelerde
yürütülmekte, üçüncü yıl eğitim yine kırsal bölgelerdeki sağlık merkezlerinde
sürdürülmektedir.
Tıp fakültelerine
öğrenci seçim yöntemi de değiştirilmiştir. Orta öğretimi bitiren her gencin en az
üç yıl kırsal bölgede üretimde çalışma zorunluğu kabul edilmiştir. Bu dönem
sonunda bir genç, hekim olmak ister ve çalıştığı üretim ekibi veya takımındaki
çiftçiler kendisini yüksek eğitim için seçerlerse, bu genç, hekim olmak üzere tıp
fakültesine girebilmektedir. Çin yöneticilerine göre bir kimsenin iyi hekim olabilmesi
için zeki ve parlak bir öğrenci olması değil, halk tarafından sevilen ve inanılan
bir kimse olması önemlidir.
Batı standartlarına
eş değerde uzman ve araştırıcı yetiştirme, mezuniyet sonrası eğitimde ele
alınmaktadır.
Yararlanılan
Kaynaklar
1. 1.Leeson, J.:
Social Science and health policy in preindustrial society, Int. J.of Health Services 4
(3), 429-440, 1974.
2. 2.Ryle, J.A.:
Changing Discipline, Oxford University Press, 1948.
3. 3.--, Education for
the health profession (Technical Discussion at the 23rd WHA) WHO Chronicle 24 (10),
444-449, 1970.
4. 4.World Health
Assembly Resolution 29, 72, Health Manpower Development, 21 May 1976.
5. 5.--, Report on
Consultation on Health Services and Manpower Development, Who Consultation Group 6-8 Sept.
1976, Geneva
6. 6.--, Basic
Documents, (22nd edition), World Health organization, Geneva, 1971.
7. Susser, M.W.:
Social sciences and public health. In: "The Theory and Practice of Public
Health" by Hobson, Oxford University Press, 1975.
8. Hanlon, J.J.:
Principles of Public Health Administration. C.V., Mosby Co., 1969.
9. 9.Sidel, V.W. and
Sidel, R.: Medical education In: "Serve the People: Observation on Medicine in
People's Republic of China". J.Macy Jr. Foundation, 1973.
Ek: 1
DSÖ Sağlık
Hizmeti ve İnsangücü Geliştirme Danışma Grubu Raporunun Öneriler Bölümü
6.2. Ülkelerin SHİG
(Sağlık Hizmeti ve İnsangücü Geliştirme) Tecrübelerinin Önemli Yönleri:
Her ülkenin kendisine en uygun SHİG mekanizmasını
kendisini bulacağı daha önce ısrarla vurgulanmakla birlikte, yine de başka ülkelerin
tecrübelerinden öğrenilebilecek çok şey vardır.
Aşağıda sıralanan
özgül noktalar Uzman Danışma Toplantısı tartışmalarından şekillenmiştir.
Bunları öncelik gözetmeksizin veriyoruz.
1. Bir ülkede SHİG
mekanizması oluşturulurken, en yüksek düzeydeki yetkililerin (bakan, rektör, müdür,
vb.) desteğini kazanarak işe başlamak en uygun yoldur.
2.SHİG
mekanizmasında ilgili kurumların temsil edilmelerini sağlamaya çalışırken, her
kurumun en yetkili üyesince temsil edilmesi yolları bulunmalıdır. Hiyerarşinin daha
alt basamaklarında yer alan kişilerin kurumları adına konuşma yetkileri
bulunmayabilir.
3. İlgili bütün
kurumların SHİG mekanizmasında eşit şekilde temsil edilebilmelerini sağlamak için,
eğitimcilerin ve meslek kuruluşlarının ilk hazırlık aşamalarından başlayarak görev
almaları gerekir. Onların desteği olmaksızın mekanizma işletilemeyebilir.
4. Genç kişiler yeni
görüşlere daha açık oldukları için, sağlık hizmetlerinin ve sağlık işgücünün
eşgüdümünde benimsenen bu yeni yaklaşım onlar tarafından daha kolay benimsenebilir.
Bu bakımdan bu gibi grupların (örneğin tıp öğrencileri) çalışmalara
katılmaları yararlı sonuçlar verebilir.
*
İstanbul Tıp Kurultayı, Tıp ve Hemşirelik Eğitimi Sempozyumları, 25-30 Eylül 1997
İstanbul.
|