Onun İçin Yazdılar

Feyzullah Ertuğrul

13. Ölüm Yıldönümünde
BİR BÜYÜK BİLİM EMEKÇİSİ NUSRET FİŞEK

(19 Kasım 2003)

Prof. Dr. Nusret Fişek'in ölümünün üzerinden 13 yıl geçmiş....

Ölümünden sonra da yaşayan ve hep yaşayacak olan değerlerimizdendir o. Nasıl olmasın ki düşünceleri ve yaptıklarıyla yaşamını ülkemizin, toplumumuzun ve insanlığın yararına adamıştır ömrü boyunca.

Her şeyden önce sağlık alanında toplumsallaştırmaya (sosyalızasyona) gidilmesi görüşünü ilk kez o ortaya atmıştır ülkemizde. Bu düşüncesini, 1960'ta sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Müsteşarı olduğunda yurdun dört bir yanında Sağlık Ocakları Kurulmasına ön ayak olmakla gerçekleştirmiştir. Ne var ki bu atılımını, tasarladığı boyutlarda tamamlaması engellenmiştir. Ama maya tutmuş, kırsal yörelerden varoşlara değin özellikle ezilmiş halk yığınlarına hizmet sunan ve onun eseri olan Sağlık Ocakları'nı ortadan kaldırmaya devletin ya da hiç kimsenin gücü yetmemiştir.

Nusret Fişek, Sağlık Ocakları'nın kurulması ve geliştirilmesi yönündeki çalışmalarının niçin engellendiğini Kasım 1970 günlü Milliyet Gazetesi'nde şöyle açıklamıştır:(1)

"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği illerde hem devletin hastanesinde çalışıp hem muayenehanesinde devletin verdiğinden fazla kazanç sağlayan hekimler ile parası olduğu için hekim ve hastaneden kolaylıkla faydalanan zenginlerin işine gelmediği için bu programın karşısına çıkıldı"

Bir de "Sosyalizasyon" kavramını açıklamıştır burada. Şöyle demiştir: "Sosyalizasyon, bir ülkenin herhangi alanındaki imkanlarından halkın eşit şekilde faydalanmasıdır."

Bu açıklamasıyla kim bilir belki de örtük bir biçimde salt Sağlık Bakanlığı'nda değil, tüm öteki bakanlıklarda da toplumsallaştırma yönünde kurumsallaştırmalara gidilmesi gerektiği uyarısında bulunmuştur. Köy Enstitüleri'ni anımsatırcasına...

Nusret Fişek, Sağlık Ocakları'nın amaçları konusunda da, yine Milliyet Gazetesi'ndeki o açıklamasında şunları söylemiştir:

" Sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonu(unda) daha Türkçe bir deyimle sosyalleştirilmesinde amaç, hekimlerden ve hastanelerden zengin veya fakir, köyde veya şehirde yaşayan halkın tümünün eşit şekilde faydalanmasını sağlamaktır. Bunun için de Sağlık Ocakları açılması, Hükümet Hastanelerinde ve diğer sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlere gerekli seviyede maaş vererek bunların muayenehane açmalarına müsaade edilmemesi, Sağlık Ocakları'nda ve hastanelerde muayene ve tedavinin parasız olması öngörülmüştü"

Yukarıda da değinildiği gibi, bu önerisi uyarınca yola koyulduğunda da engellendi Nusret Fişek. Bunun üzerine Sağlık bakanlığından ayrılmak zorunda kaldı ve akademik alana geçti.

Sağlıkla ilgili toplumsal siyasaların üretilip uygulandığı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'ndan ayrıldıysa da burada bilimin toplumsal yaşamdan ayrılmazlığına olan inancının gereklerini yerine getirdi. Akademik yaşamını; "tıp eğitiminin, (toplumsal yaşamın F.E) sağlık alanında duyulan gereksin(meleri) doğrultusunda" (2) olmasına, "sosyal politikalardan soyutlanmamasına" (2) olan inancı uğruna sürdürdü hep. Halk sağlığına odaklanmış Toplum Hekimliği öngörüsüyle Toplum Hekimliği Enstitüsü'nü kurdu Hacettepe Üniversitesi'inde ve bu üniversiteyi "sosyal hekimlik eyleminin odak noktası haline getirdi." (2)

Ancak AKP'nin YÖK Yasa Tasarısı'na karşı oluşan tepkiler nedeniyle ne yazık ki yükselişe geçen YÖK, bu Enstitü'yü kapatarak yapısının bilimle çelişen niteliğini kanıtlayan nice yaptırımlarına bir yenisini ekledi. Nusret Fişek Yankı dergisi'nin 24-30 Mayıs 1982 tarihli sayısında yayımlanan söyleşide bu derginin sorularından birini yanıtlarken YÖK'ü bu konuda şöyle eleştiriyordu: "Bilimde ileri gitmiş ülkelerde, gelişmiş her üniversitede Halk Sağlığı Fakülteleri vardır. YÖK'ün Türk üniversitelerinden en az birinde böyle bir fakülte ve enstitü kurması gerekirdi. Bu fakülteler sağlık hizmetlerine kurmay yetiştiren fakültelerdir. YÖK bu tür bir fakülte veya enstitü açmak yerine bu alanda uluslararası standarda erişen bir enstitüyü kapatmıştır." (5)

Kısaca Nusret Fişek "halk sağlığı" konusunda tıp fakültesinde verilen eğitimi yeterli görmemiş, DPT'na sunduğu 09.01.1989 günlü raporunda "halk sağlığının her bilim disiplininde uzman kadrosu olmayan bir yerde halk sağlığı bir bilim olarak geliştirilemez ve nitelikli uzman yetiştirilemez" (3) demiştir. Yine Yankı Dergisi'nin sorularına karşılık ülkemizde sağlık alanında varolan duruma değinmiş "sayısal olarak hekim ihtiyacından çok" onların "halk yararına" uygun bir biçimde göreve yerleştilmemesinden yakınmıştır.

Sanırım bu kadarıyla bile bellidir ki bilim ve meslek çevrelerince "Türkiye'nin büyük halk sağlığı önderi" (1) ve "sağlıkçıların başöğretmeni" (3) olarak tanımlanması, Nusret Fişek'in gerçekten hakkıdır.

Onun Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Türkiye halkına armağan ettiği Sağlık Ocakları bugün ne durumdadır?...

Bunun için sağlık emekçilerinin 5 Kasım 2003 günü Türk Tabibler Birliği (TTB) yönetiminde gerçekleştirdikleri bir günlük iş bırakma eylemini anımsamak yeterlidir. (9) Onların kamuoyuna yansıyan yakınmalarından öğreniyoruz ki Sağlık Ocakları bugün artık "koruyucu hekimlik" şöyle dursun "tedavi" işlevini bile daha da yerine getiremez duruma itilmişlerdir.

Başta Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) olmak üzere sağlık işkolundaki öteki kamu emekçileri sendikalarının da en geniş katılımlarıyla ülke çapında gerçekleştirilen bu görkemli eylemde sağlık emekçileri "ücretsiz, eşit, ulaşılabilir sağlık hizmeti" diye seslerini yükseltirken ve hele "hasta sevk ocakları değil, sağlık ocakları!.." istemini haykırırken yüreği toplum için, halk ve insan sevgisiyle çarpan herkes, hepimiz, o büyük halk sağlığı öğretmenimiz Nusret Fişek'i anımsamış ve bir kat daha özlemişizdir.

Onun akademik eğitimin genel sorunlarıyla ilgili düşüncelerini de, yine alıntılarla anımsatmak istiyorum:

Öğretim üyelerinin niteliği konusunda "eğitim metodolojisi" nin yaşamsal önemine inanır, onların yeterince ve gereğince eğitim yöntembilimi öğrenmelerini isterdi o. (3)

"Tıp hızla gelişen ve değişen bir bilim dalı olduğu için hekimlerin eğitimlerini yaşam boyu sürdürmeleri ve desteklenmeleri gerekir" (3) derdi ve eklerdi: " (...) mezuniyetten sonra eğitimi sürdürme olanağı olmayan bir hekim kitlesiyetiştirmek hekimlik mesleğine ve halkın sağlığına yapılabilecek en büyük ihanettir." Bu düşüncesini dekanlığını yaptığı Hacettepe Üniversitesi Mezuniyet sonrası Eğitimi Fakültesi'ni kurmakla gerçekleştirmişti.

"Üniversiteler öğrenci yetiştirme yanında bilgi üreten merkezlerdir. Bilgi Üreten araştırıcı yetiştirmek ve onu verimli düzeyde tutmak sadece ders veren bir öğretim üyesi yetiştirmeye kıyasla çok güçtür, çok önem verilmesi gerekiyor." (5) derdi.

"Amaç ve gereksinim çok hekim değil, sağlık yönetimini bir bilim ve sanat olarak öğrenmiş yöneticiler ve ülke koşullarına uyum sağlayan yetenekli hekim yetiştirmektir" (5) derdi.

"Yüksek öğretime alınacak öğrenci sayısının, hükümet(lerin) istihdam geliştirme politikasıyla eşleştirilmesi" gerektiğini savunur, bu olmaksızın "yüksek okul mezunu sayısını arttırmanın çok tehlikeli" (5) olduğunu söylerdi.

Özellikle çeyrek yüzyıldan bu yana neo-liberal ekonomi siyasalarının eşliğinde sürüp gelen ve tüylerimizi ürperten boyutlarda süreğenleşen (müzminleşen) bir konuda söyledikleri, belki de hepsinden önemlidir. Şöyle demiştir Nusret Fişek:

"Sosyal bilimler uygulamalı bilimler kadar önemlidir ve sosyal bilimlerde gerçek anlamda bilim adamı yetiştirmek çok güçtür." (5)

Bir söyleşide Nusret Fişek'in bu düşüncesini de dile getirmesinin bir nedeni olmalıydı. Bizdeki akademik öğretimin neredeyse matematik ve fen bilimlerinden ibaret kılınmasına tepkisiydi bu bence. Aynı tepki geçtiğimiz Kasım ayı başlarında YÖK'ü protesto için Ankara'ya yürüyen ve üniversitelerde "felsefe, sanat ve edebiyatın çöpe atılmış" olmasından yakınan üniversiteli gençlerimizden de geliyordu.

Bir süre önce değerli bir yazarımız da Rutkay Aziz'in "Brecht'in adını bilmeden yetişen kuşaklar" dan yakındığını bildiriyor, "liselerin sadece fen bilimlerinin lisesi haline gel(diğini)" (6) vurguluyordu.

Bu durum kuşkusuz ki üniversitelerin koşullandırdığı lise gerçekliğinin yansımasıydı ve Nusret Fişek az önceki düşüncesini bu korkunç gerçekliği yaratan YÖK'e bir tepki olarak açıklıyordu. Özetle o, hele çağımızda dolaysız bir üretim gücüne dönüşen bilimin yaşamla iç içe olması gerektiğine, ama daha insancıl bir toplumsal yaşamın hizmetinde olması gerektiğine inanır, bu inancı uyarınca yaşardı.

Bilimin toplumsal işlevi aslında "insanlara, nesnel gerçeğin tabi olduğu yasal düzenlilikleri tanıtarak , kendi doğasal ve toplumsal varlık koşullarını daha iyi denetlemeleri ve egemenlik altına alabilmeleri için gerekli aracı sağlamak, böylece onların toplumsal yaşam süreçlerini bilinçli bir şekilde ve rasyonel (ussal/akla uygun) olarak biçimlendirmelerine olanak vermek" (7) değil miydi...?

Nusret Fişek, bilimin işte bu işlevini simgeleyen büyük bir bilim emekçisiydi.

Onun saygın kimliğini oluşturan başka bir yönü daha vardı: 70-75 yaşlarında olduğu halde aynı zamanda sivil toplum örgütçüsüydü o. 1983-1990 döneminde demokratik sivil toplum örgütleri arasında seçkin bir yeri bulunan Türk Tabipler Birliği (TTB)'nin başkanlığını yaptı. Eğitim işkolunda sendikaya geçiş örgütü olarak kurduğumuz Eğitimciler Derneği (EĞİT-DER)'nin sendikal haklar savaşımlarında onun başkanlığındaki TTB ile de hep iletişim ve dayanışma içinde olduk. Demem, başta KESK'e bağlı sendikalar olmak üzere tüm kamu emekçileri sendikalarının temelinde alınteri bulunan bilimci değerlerimizden biriydi o. Onun aynı zamanda bir eylem insanı olduğunun da bir başka kanıtıydı bu.

20 Ocak 1990'da sendikasız kamu emekçilerinin (memurların) örgütleri olan meslek odaları ve birliklerinin de katılımlarıyla "Sendikal Haklar ve Dayanışma Kokteyli" yapmıştık. Öteki kuruluşların temsilcileriyle birlikte onun da katıldığı bu görkemli toplantımıza ölümünden yaklaşık on ay önce bastonuna dayanarak gelmişti. Sendikal haklar yolundaki savaşımlarımızın ileri ve önemli bir aşaması olan bu toplantımızdaki beni çok duygulandıran coşkulu bakışlarını hiç unutmuyorum, unutamıyacağım...

Çalışma Ortamı'na gönderdiği mektubunda Prof. Dr. Mümtaz Peker dostum; Ahmet Taner Kışlalı'nın, Doğan Ergün, Veli Kasımoğlu, Hamit Fişek'le birlikte başkalarının da Hacettepe Üniversitesi'ne girmelerini Nusret Fişek'in sağladığından söz ediyordu.(5) O başkalarından biri de bendim.

Adalet Partisi iktidardaydı ve Birinci Demirel Hükümeti dönemiydi. (1965-1969) Ankara'da ilköğretim müfettişiydim. 8 şubat 1967'de TÖS Genel Başkanlığı'na seçilmiştim. Ama seçilişimin 10. gününde üzerimden müfettişlik görevi kaldırılarak Elazığ'ın Baskil ilçesine bağlı Karagedik Köyü öğretmenliğine sürgün edilmiştim. Özel nedenlerle ailem sürekli Ankara'da oturmak zorundaydı ve sürgün edildiğim köy'den Ankara'ya 3-5 günlüğüne bile izin alamıyordum. Daha da önemlisi üstelik faksın, cep telefonunun, internetin olmadığı, iletişimin ancak PTT santralları yoluyla çağırmalı olarak yapılabildiği koşullarda, TÖS'deki Genel Başkanlık görevimi yapamaz duruma itilmiştim. Beni Başkentten ilçeye yaya 4-5 saat çeken ve toprak damlı okuluyla 13 öğrencisi bulunan bir dağ başı köyüne devlet, aslında bu amaçla sürmüştü...

Başka hiçbir seçeneğim yoktu. Bunun için 8 ay süren sürgünlük döneminden sonra mesleğimden istifa temek zorunda kalmış, işsiz kaldığım 4-5 aylık sürede çok bunalımlı günlerden geçip gelirken sonunda bir sevecen kişinin o sımsıcak eli değmişti elime ve Hacettepe Üniversitesi'nin Nüfus Etütleri Enstitüsü'ne Halk Eğitimi uzmanı olarak atanmıştım. İşte bu kişi Nusret Fişek'ti. Onu da her zaman saygıyla, gönül borcuyla andığım eski Milli Birlik Komitesi üyelerinden Sami Küçük'ün de ilgisiyle, artık benim de bir işim vardı.

Nüfus Etütleri Enstitüsü'nde Nusret Fişek'le 6 yıl boyunca çalıştım. Aynı Bölümde şimdi adlarını anımsayabildiğim kadarıyla, Sunday Üner, Bozkurt Güvenç, Mümtaz Peker, Serim Timur, Ferhunde Özbay, Sevinç Kavadarlı, Güliz Kunt, Filiz Kardam, Hasan Serinken, Ali Rıza Balaman, Mahir Ulusoy, Aykut Toros, Ergun Törüner, İsmail İşsever, Mehmet Öveç, Şükrü Öveç, Cumhur Uyar, Ahmet ve Sayım Yemen'le birlikte, Nuser Fişek'in yönetim anlayışından beslenen tam anlamıyla demokratik ve özgür bir çalışma ortamında bulunduk yıllarca.Yöneten-yönetilen ve insan ilişkileri, içtenlik, saydamlık, dürüstlük, tutarlılık, yaratıcılık, üretkenlik, ekip ruhuyla çalışma, özveri, alçakgönüllülük, barışçılık, hoşgörürlük ve demokratlık konularında Nusret Fişek'ten çok şey öğrendik... Çünkü öğrencilerinden Doç Dr. Ayşen Bulut'un da dediği gibi "bir okul" (1)du o. Dersliklerinde bu ve benzeri kavramlar uçuşan bir okuldu...

18. yüzyıl aydınlamacılarının önde gelen filozof düşünürlerinden Voltaire "söylediklerinizin hiçbirinde sizinle aynı düşüncede değilim; ancak onları söyleme hakkınızı ölünceye değin savunacağım" (8) demişti. O ünlü aydınlanmacıyı anımsatırcasına Nusret Fişek de Yankı dergisi'ndeki söyleşide şöyle diyordu:

"...Bir sosyal bilimcinin düşüncelerini beğenmeyebilirsiniz. Düşünceleri fikir düzeyinde kaldığı sürece onu kötülemek kabul edilebilecek bir yaklaşım değildir." (5)

Evet, bir büyük bilim emekçisiydi Nusret Fişek ve ne acıdır ki, Cumhuriyet tarihimizde benzerine az rastlanan demokrat aydınlarımızdandı da.

KAYNAKLAR:

  1. Çalışma Ortamı Dergisi, Kasım 1993, sayı 11.

  2. Çalışma Ortamı Dergisi, Kasım-Aralık 2001, sayı 59.

  3. Çalışma Ortamı Dergisi, Kasım-Aralık 1995, sayı,23.

  4. Çalışma Ortamı Dergisi, Kasım-Aralık 2002, sayı 65

  5. Çalışma Ortamı Dergisi, Kasım-Aralık 2000, sayı 53

  6. Hasan Bülent Kahraman, Gençler Neden Bilgi Cahili... Radikal, 23 Ekim 2003 (Kültür Sanat Sayfası)

  7. Manfred Buhr, Alfred Kosing, Marsçı-Lenin'ci felsefe sözlüğü, Konuk Yayınları; ikinci baskı, Kasım 1978.

  8. Server Tanilli, Voltaire ve Aydınlanma, Cem Yayınevi Eylül 1994.

  9. Radikal 6 Kasım 2003