Onun İçin Yazdılar

Müşerref Hekimoğlu

Fişeğini Yitirmeyen Bir Kişi

(9 Kasım 1990 Cumhuriyet Gazetesi)

Sonbahar yaprakları uçuyor havada. Maltepe Camisi'nden Kızılay'a doğru yürüyorum. Biraz önce avluda buluştuğum eski dostların sözleri çınlıyor kulağımda. Nusret Fişek'in resmini okşuyorum göğsümde. 1960'lı yılları düşünüyorum, onu tanıdığım günleri... Ülkemizin gündemine gelen sağlık konularını. Doktor Nusret Fişek, Sağlık Bakanlığı müsteşarı oluyor. Işıklı, coşkulu kişiliğiyle karanlığı deliyor. Fişek gibi bir aydın gerçekten. Sağlık hizmetlerinin sosyalleşmesi yolunda atılımlar başlıyor. Her zaman yazarım; 27 Mayıs Devrimi'nden sonra bir başka ortam oluştu ülkemizde. Kimi Türk aydınları da ışıklarını güzel yansıttı bu ortamda.

Dosyasında hala duruyor belki. Doktor Fişek'in 27 Mayısçılardan Sami Küçük'e yazdığı bir mektup var. Gazetemizde Yaşar Kemal'in yaptığı bir röportaj nedeniyle. O röportajları gülümseyerek düşünürüm hala. Genç subaylar kimi konulara el yordamıyla, ama çok gerçekçi yaklaşıyorlardı. Sami Küçük ile yapılan röportaj da, başkent Ankara'da, Saraçoğlu Mahallesi'nde bir sokak başında kulağına çarpan konuşmayı aktarıyor. Bir köylü öküzünden söz ediyor. Öküzü satıp hasta eşini doktora götürecek, sonra da öküz yerine çalışacak. Yüz lira gerekiyor, ama elli lira veriyorlar.

Nusret Fişek bu sözlerin gerisindeki gerçekleri iyi bilen bir doktor. Kocaman yüreğiyle ortaya çıkıyor. Milli Birlik Komitesi'nin sosyal komisyonunda halk sağlığından yana bir rüzgar esiyor artık. O rüzgar hızlanıyor giderek. Sağlık işlerini yürüten Suphi Gürsoytrak ve kimi kurmaylarla kolları sıvıyorlar. Coşkuyla, umutla çalışıyorlar. 224 sayılı yasa o çabaların ürünü. Doktor Ragıp Üner Sağlık Bakanı, Fişek de müsteşar. Sağlık sorunları gerçekçi çözümlere yöneliyor birden. Tıbbın sosyalleştirilmesi için İngiltere'deki uygulamalar inceleniyor, bir uzman geliyor, ilaç hammaddesinde kurulan tekelleri yıkan, ilaç hammaddesi ithal edilirken ulusal çıkarları öngören, ulusal ilaç sanayiini geliştiren bir politika benimseniyor.

Sincan, pilot bölgeydi ilk dönemde. Bölgedeki uygulamalar Hacettepe'de denetlenirdi. Hacettepe'nin de başka bir konumu vardı! İstenirse on yedi aya neler sığabiliyor...

Bizim evde 27 Mayısçılarla yaptığımız konuşmaları anımsıyorum. Hepsi çok umutluydular. Tıbbın sosyalleşmesi halka mal olursa geri dönülemeyeceğini düşünüyorlardı. Oysa dönüldü. Adalet Partisi yasayı değiştirmedi, ama uygulamayı yavaşlattı. Yasa hala yürürlükte, ama halkımız sağlık sorunlarında boğuluyor.

Doktor Fişek de müsteşarlıktan ayrıldı elbet. İnandığı ilkelere ters düşmeyen bir doktor olarak, değer yargılarından ödün vermeyen bir aydın olarak...

O ilk dönemi coşkuyla anımsardık karşılaşınca. Muş'a gitmek için yetmiş altı doktor birden başvuruyor! Anadolu köyleri doktora, ebeye ilk kez o dönem kavuşuyor. Hemşirelik özen duyulan bir meslek olarak ilgi görüyor. Halk sağlığına öncelik veren bir politika, bu politika doğrultusunda uygulanan yöntem kimi çevrelerde tepki de yaratıyor elbet. Çünkü çıkarları zedeleniyor. Özçıkarlar doğrultusunda baskı grupları oluşuyor. Adalet Partisi'nin 224 sayılı yasaya bakışı da soğuyor giderek. Sağlık ocakları boşalıyor; Anadolu illerine, ilçelerine giden doktorlar yeniden kentlerde kümeleniyor. Bugün de yaşayarak biliyoruz sağlık sorunlarımızı! Yoksullara ölüm, varlıklılara yaşam diye özetlenebilir.

Milli Birlik Komitesi 1950-60 arasındaki sağlık bütçelerinde yola çıkarak bir plan hazırlıyor. Bu plan doğrultusunda sosyalizasyonun devlete büyük yük getirmeden uygulanması öngörülüyor. Bir yandan da nüfus planlaması, doğumun kontrolü planları hazırlanıyor. 224 sayılı yasa geriledi, raflarda tozlanıyor; sağlık bütçesi de ortada değil mi? Trilyonluk bütçeden sağlık ve milli eğitimin aldığı pay neredeyse simgesel... Elbet ANAP iktidarının, halk sağlığına ve eğitimine bakışını da simgeliyor... Doktor Nusret Fişek son soluğunda da halk sağlığına sıcak bakışını duyuruyor. Meslek arkadaşlarından, koruyucu hekimliğe önem vermelerini istiyor.

Son yıllarda az gördük birbirimizi. Bir kaç yıl önce Ayvalık'ta Şeytansofrası'nda bir söyleşimiz var. Karşıda mavi deniz, doğanın şaşırtıcı güzelliği, batan güneşi seyrederek konuşuyoruz. Saçları ağarmış, sağlığı da iyi değil, ama Doktor Fişek, doğan bir güneş gibi karşımda. Soyadıyla böylesine bütünleşen insan az bulunur bence. Fişeğini hiç yitirmeyen aydın bir savaşçı Nusret Fişek. Benim o akşam hissettiklerimi Suphi Gürsoytrak da mezarı başında söylüyor. Nusret Fişek'in ülkemizi oluşturan kişilerden biri olduğunu vurguluyor. Dağlar, nehirler, denizler gibi... Dağ gibi bir adam gerçekten, bir Kuvay-ı Milliyecinin oğlu; nereye bastığını biliyor, nereye gideceğini biliyor, yolunu hiç şaşırmıyor. Dönüşü olmayan bir yol; sapma yok, ödün yok. Değer yargıları cumhuriyetin değer yargılarıyla bütünleşiyor bir yaşam boyu. Hasta yatağında da dimdik. Acıları var, ama gülüşü de solmuyor, umudu da. Hiçbir onu yarası almadan ayrılıyor dünyamızdan.

Bir arkadaşım "Fişek 'tek adam'lardan biriydi, sayıları giderek azalıyor" diye bir sigara yaktı. Dumanını yüzüme üfledi sonra. Yazar olarak bu konuya eğilmemi söyledi.

Başlıca neden, değer yargılarının değişmesi değil mi? Bir Kuvay-ı Milliyecinin oğlu böyle bir kişi oluyor, dağ gibi dikiliyor cenaze töreninde de. Yozlaşan ortamlar da başka tür insanlar üretiyor. Dağları seyrederek onurlanacağımız yerde çukurlara batıyoruz değil mi?

Daha çok çukura batmadan dağları örnek almalı bence. Sayılarının azalmasına üzülmek yerine onlardan güç almak, yarım kalan bir souğu sürdürmek gerekiyor.

Sevgili Fişek de bunu istiyor değil mi?