Kasım 2000
(Sağlık Bakanlığı'ndan emekli şoför)
Sene 1965, yer Hıfzıssıhha Okulu konferans salonu. Etimesgut Eğitim Araştırma Sağlık Grup Başkanlığı'nda henüz yeni işe başladığım yılın günlerinden biriydi, tam olarak tarihini hatırlamıyorum. Ankara'da Hıfzıssıhha Enstitüsü'nün bahçesinde, iş gereği resmi görevli olarak amirimi beklemekteydim. Bir ara, yanımdan geçip gitmekte olan insanların konuşmalarına kulak misafiri oldum. Sayın Nusret Fişek'in konferans vereceğini söylüyorlardı. Çalıştığım Kurum'da adını çok duyuyordum ama kendisini tanımıyordum. O güne kadar panel, konferans nedir, bilmiyorum; görmedim. Bu neyin nesi, Nusret Hoca kim, nasıl bir insan... Merakımı gidermeye karar verdim.
Görevli amirim gelirse beni bulabilsin diye, kullandığım aracın camına, üzerinde, "Ben Konferans Salonu'ndayım" yazılı bir kağıt parçasını iliştirdim. Sora sora konferans salonunu buldum ve salona girdim. Salonda oturacak yer kalmamıştı, bunun dışında bir o kadar da ayakta duran insan vardı. Ben lde onlar gibi ayakta beklemeye koyuldum. O arada bir alkış koptu. Doğrusu, bir ara ürktüm; şaşkınlık geçirdim. Ne olduğunu anlamadan ben de alkışa katıldım.
Uzun boylu birisi kürsüye çıktı. Yanımdakilerin konuşmalarından anladım Nusret Hoca olduğunu. "Konumuz, Türkiye'deki sağlık hizmetlerinde sosyalizasyon" diyerek söze başladı. Ana - çocuk sağlığının önemini anlattı. Arkasından nüfus planlamasının önemini belirtti. Sosyalizasyon çerçevesinde sağlık ocaklarının ve sağlık evlerinin çalışma programlarını açıkladı. Sağlık ocağında, odacısındana doktoruna kadar görevli memurların neler yapmaları gerektiğini sıraladı. Bu personelin bir bütün olduğunu, bunlardan birinin eksik olması durumunda işlerin kesinlikle yürümeyeceğini söyledi.
Söyleşinin sonunda şu tarihi söz dudaklarından döküldü : "Mustafa Kemal Atatürk, nasıl bu ülkeyi topsuz tüfeksiz kurtardıysa., ben de yurdunu, insanını seven sağlık personeliyle, yolsuz, araçsız ülkemde sosyalizasyonu sağlık hizmetlerinde yerleştireceğim." Salonda büyük bir alkış koptu, Nusret Hoca alkışlar arasında kürsüden ayrıldı.
Aracın yanına döndüğümde amirim daha gelmemişti. Kısa bir süre sonra gelip araca bindi, hemen yola çıktık. Yolda, salonda konuşulanların bana anlatmaya başladı. "Zahmet etmeyin, ben de salondaydım." dememle konuyu kapattı.
1970'li yıllarda, beni bir günlüğüne Hoca'nın emrine verdiler. Sayın Nusret Hoca'yı Amerikan Büyükelçiliği civarındaki Unicef'in binasına götürdüm. Hoca, Unicef'in binasına girdi, bir müddet sonra yanında birileriyle çıktı. Ben aracın kapısını açtım. Hoca'yı yolcu etmekte olan zat, "Nusret bey, böyle asık suratlı bir şoförle çalışmak sana göre değil." Dedi.Hoca hemen yanıtı yapıştırdı. "Benim için kişinin dış görünüşü önemli değil, insan olması önemli." Deyip kendisini uğurlayan kişinin yüzüne bakmadan aracın kapısını kapattı.
Hacettepe'de olduğum yıllarda, "Nusret Hoca'yı Halk Sağlığı İdaresi'nden al, Ergazi Sağlık Ocağı'na bırak, dönüşte tekrar al getir" dediler. Bana emredilen şekilde hocayı aldım. Ergazi'ye yaklaştığımızda, Hoca'yı normal yoldan değil de çok kısa bir yoldan sağlık ocağına götürmeye karar verdim. Bu değişiklikten kuşkulanan Hoca, kuşkusunu değerlendiremeden kendisini sağlık ocağının önünde bulunca, "yolu biraz daha uzatsaydın da doya doya kuşkumu yaşasaydım." Dedi. Ben de "1965'te Hıfzıssıhha Konferans Salonu'nda, sağlık hizmetlerkinde çalışanlar, sağlık hizmetlerine nasıl yararlı oluruz diye düşündükleri an bu hizmet oturur, demiştiniz. Kısa ayolu kullanarak, devletin aracında tasarrufta bulundum. Sizin değerli zamanınıza üç-beş dakika kazandırdım." Dedim. Tebessümle karşıladı, teşekkür etti.
Sene 1978, Orta Bereket Köyü Sağlık Ocağı'nda, stajyer öğrencilere ders verecek olan Nusret Hoca'nın emrine verildim. Sağlık Ocağı'na ulaştık, mevsim kış. Hoca, dersi sağlık ocağının salonunda veriyor. Ben görevim gereği dışarıda beklemek zorundayım. Hoca beni de üşümeyeyim diye salona çağırdı.Bir kenara, sandalyeye iliştim. Sağlık ocağı çalışmaları hakkında konuşuyorlardı. Bir ara odacı çay getirdi. Hoca'ya ikram etti. Nusret Hoca, odacıya, "Mustafa ağa, senin çayın çok güzel oluyor. Bunun formülü neyse söyle de biz de öğrenelim." Dedi. Odacı çok kısa bir yanıt verdi., "harcı içinden efendim" dedi. Hoca "Mustafa ağa, şu harcı içinden sözünün manasını açıklar mısın?" diye sordu. Odacı, kısaca, "hocam demliğe çayını çok atarsan çay iyi olur. Bu yemeklerde de geçerli, yağını biraz fazla koyarsa yemek lezzetli olur" diye yanıt verdi. Hoca, "işte bu fikrine katılmıyorum" dedi. Öğrencilerine döndü, "çocuklar, insan hiç bir zaman her şeyi bilemez, büyük küçük herkesin birbirinden öğreneceği mutlaka bir şeyler vardır" dedi.
1975 ya da 1976 yılıydı, Sayın Ali Nejat Ölçen'in milletvekilliği döneminde Etimesgut bölgesinde yaptığı araştırma sonucu bu bölgedeki sağlık kurumunun yüzde yüz kar ettiği ortaya çıktı. Sayın Nusret Fişek'in başarısı bu araştırmayla kanıtlanmıştı. Fakat, bu kurumun 1986 sonrası kapısına kilit vuruldu.