"Halk Sağlığında Gündem" Bülteni'nden
Kasım, 2011
ÖLÜMÜNÜN 21. YILINDA Prof. Dr. NUSRET FİŞEK’E SESLENİŞ…
21 yıl önce bir 3 Kasım 1990 günü, tüm Türk yurttaşlarının “eşit ve nitelikli sağlık hizmeti hakkı” için savaşan bir yiğit yürek durdu. Bu kişi, kamuoyunun ortalama bir futbolcu kadar bile tanımadığı açık olan Prof. Dr. Nusret Fişek idi. 1914 doğumlu, İstanbul Tıp Fakültesi’ni birincilikle bitiren, 2. Paylaşım Savaşı’nın zor yıllarında Harvard Tıp Fakültesi’nde doktora yapan, son derece parlak bir beyindi. 1986’da ABD’ye gideceğimde kendisine telefonla danışmak istemiş ve şu yanıtı almıştım:
“Yahu Ahmet ben Amerika’yı bilmem ki..” Hocam nasıl olur, siz orada doktora yaptınız?..” biçimimdeki itirazıma ise, “.. yahu laboratuvardan dışarı çıkmadım ki..” yanıtını vermişti.3 Kasım 1990 günü prostat kanserine yenik düşerken, Hacettepe Hastanesi’nde ağzından dökülen son sözler, her zamanki gibi çok düşündürücü ve öğreticiydi:
“ Türkiye’de sosyal tıbbı yaşatınız..”
Neydi Nusret Hoca’nın sosyal tıptan muradı? Bilindiği gibi ‘sosyal’ sözcüğü Fransızca’dan dilimize geçmiştir. Osmanlıca’da ‘içtimai’ sözcüğünün karşılığıdır. Bunu da açarsak, ‘ halktan yana, halk yararına, halka ait olan..’ anlamlarına geliyor. Demek oluyor ki, Prof. Fişek, ülkemizde sağlık hizmetlerinin düzenlenmesi ve sunum biçiminin birilerinin yararı yerine, halk yığınlarının, halkın çoğunluğunun yararına gelişmesini istiyordu. Tüm yaşamı bu uğurda geçmişti gerçekte. Tersinden söylemek gerekirse, ülkemizde sağlık hizmetlerinin çok doğal olarak halkımızın çoğunluğunun yararına olmak yerine, bir bölümünün çıkarına hizmet edecek biçimde dönüşmesi tehlikesine işaret ediyordu. 27 Mayıs 1960’ta demokratik meşruluğunu yitirmiş bir siyasal iktidarı indiren Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli Birlik Komitesi eliyle temel bir siyasal tercihte bulunmuştu :
Herkesin eşit sağlık hizmeti alması ve giderlerinin de temelde bütçeden karşılanması.. Bu siyasal seçimle uyumlu olarak, 1961 Anayasası’nın 49. maddesinde sağlık; tüm yurttaşlara bir hak, devlete ise doğallıkla bir görev olarak tanımlanıyordu. Kurucu iktidar, bu istencine koşut olarak, politikasını yaşama geçirmek üzere Prof. Fişek’i Sağlık Bakanlığı’na atamak istedi fakat O, Müsteşarlıkta daha yararlı olabileceğini savıyla, bir teknokrat olarak, Anayasa’nın 49. maddesinin muradını gerçekleştirmek üzere 224 sayılı yasayı hazırladı. Bu yasa, “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi” adını taşımakta idi ve ilke olarak tüm yurttaşlara hiçbir ayrım yapmaksızın eşit ve nitelikli sağlık hizmeti sunmayı hedefliyordu. Finansman ise olanaklar ölçüsünde bütçeden karşılanacak, zorunlu durumlarda katkı istenebilecekti. Fişek’e göre, bir hükümetin halkının sağlığına verdiği değerin en şaşmaz göstergesi, bütçesinden ayırdığı pay idi. Nitekim o yıl, Cumhuriyet tarihinin en büyük oranlı Sağlık Bakanlığı bütçesi oluştu : % 5.27! Köy Enstitüleri’ne karşı çıkarak günümüz karanlığının en önemli mimarlarından olan yobaz çevreler, sosyalleştirme kavramına “takarak”, bunun sosyalizm ve giderek ülkeye komünizm getireceğini seslendirmeye başladılar. Çünkü bu sistemde, halkın sırtından, onların sağlık / hastalık gibi en çaresiz ve zayıf oldukları dönemde, onları sömürerek para kazanma yolları sınırlandırılıyordu. Hekimler ya kamuda tam gün ya da tümü ile serbest çalışacaklardı. Kamu sağlık kurumlarını özel çalışmalarına ve kazançlarına alet edemeyeceklerdi. Sağlık Ocakları’ndan hastanelere yollananlar ücretsiz sağlık hizmeti alacaklardı. Karşı kampanya pek yamandı.. Ülkenin en uzak köşelerinde doktor yüzü görmeyen halk, parasız sağlık hizmeti almaya yeni başlamıştı ki, 1965 seçimleriyle S. Demirel Başbakan oldu.
Fişek Hoca’yı görevden aldı, Hoca Danıştay kararı ile geri döndü. Bu kez 657 sayılı yasa ile Tam Gün Çalışma ilkesi Demirel hükümetince delindi. Günümüz kuşaklarına açıkça diyebiliriz ki; insanlarımızın eşit, nitelikli ve bedeli temelde bütçeden karşılanan bir sağlık hizmetine ulaşmasını, bu kez Cumhurbaşkanı S. Demirel engellemiştir. Demirel’in, bol bol özel sağlık kurumları açılışı yapışının tarihsel artalanında bu davranışları yatmaktadır. Hemen belirtmeliyiz ki, 1961’de kabul edilen Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası’nın hemen tüm ilkeleri, tam 17 yıl sonra Alma-Ata Konferansı’nda tüm dünyaca bir Bildirge ile benimsenmiştir. Dünyamızın kriz boyutlarında tırmanan sağlık sorunlarına çözüm üretme amacıyla DSÖ öncülüğünde düzenlenen bu uluslararası toplantıya katılan 134 ülke ve uluslararası 67 uzman kuruluş, bizim bu yasamızın ilkelerini benimsemiştir.2 Türk halkı, Nusret Hoca gibi seçkin bir beyine ve yurtsever bir bilim insanına sahip olduğu için ne denli övünse azdır.
Sevgili Hocam 1982’de, Doğramacı’nın YÖK Yasası uyarınca 67 yaşında emekli edildiğinde, Türk Hekimlerinin yasal meslek örgütü olan Türk Tabipleri Birliği’nin başkanlığı görevini üstlendi. Bu görevi, yaşamının en onurlu görevi saydı. Oysa DSÖ’ye danışmanlık yapmış, kimi ülkelerin ulusal sağlık planlarına imza koymuş, Sosyalleştirme Yasası (224 sayılı yasa) dışında Sağlık Eği- tim Enstitüleri (555 sayılı yasa) ve Nüfus Planlaması (1965’te 557 sayılı yasa, 1983’te 2827 sayılı yasa) gibi 3 önemli yasanın daha mimarı olmuş seçkin bir kişiydi. 1967-1982 arasında 15 yıl yönettiği Hacettepe Toplum Hekimliği Bölümü’ndeki Doğramacı 1982’de kapattı!- binlerce çağdaş kafalı hekim yetiştirmiş, Dünya Sağlık Örgütü’ne projeler yapmış, Uluslararası Sağlık İnsangücü Yetiştirme ve Araştırma Merkezi olmuştu. Sosyalleştirme Yasası’nın nasıl dünyaya örnek biçimde uygulanabileceğinin hayranlık uyandıran örneklerini vermişti yıllarca Etimesgut ve Çubuk’ta.
Ne yazık ki; irticanın, gericilik ve yobazlığın ülke de tırmanması, Yüce Atatürk’ün aydınlık yolun dan giderek sapılması karşısında, Cumhuriyet’i ve Türk Devrimi’ni, aydınlanma ve çağdaşlaşmayı savunmak günü de gelmişti Hoca’nın ileri yaşında. Kalpaksız bir kuvvay-ı milliyeci olan Prof. Fişek, kalpağını başına geçirdi ve 50 yurtsever aydın Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurdular (19.5.1989). Nusret Hoca Kurucular listesinde, bilge insan Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidede oğlu’nun ardından 2. sıradaydı. Bu Dernek, ne yazık ki, onu doğuran koşulların daha da koyulaşması yüzünden çığ gibi büyüyerek günümüzde yüz bini aşkın üyesi ve 450’yi aşkın şubesiyle ülkemizin en büyük demokratik kitle örgütlerinden biri oldu. Ne acı ki, bereket Nusret Hoca bugünleri görmedi Atatürkçüler alçakça, birer birer vurularak Anadolu insanımızın acılı aydınlanma kavgası karartılmak istendi. Son şehidimiz, ADD Genel Başkan Yard. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı idi. Günümüzde ise bir dizi “dava” ile yurtsever aydınlar, gazeteciler, Ordu’muzun komutanları, sizin öğrencileriniz parlak akademisyen-rektör tıp hocaları... yıllardır tutuklu. Katiller ve maşaları, tertipçiler bilmiyorlar ki, yeryüzünde Aydınlanmayı durduracak bir yol, güç daha keşfedilmemiştir. Olsa olsa bir süre geciktirebilirler. Tarihin şaşmaz akışında herkes yerini alacak, çağdaşlık düşmanları, insana kıyan caniler lanetleneceklerdir.
İşte böyle sevgili Hocam.. Siz Hak’ka yürüdükten sonra sosyal tıptan giderek uzaklaştık.. Yalnız sağlık haklarında değil, pek çok alanda geriledik. Toplumsal eşitsizlikler derinleşti. Atatürk devrim ve ilkelerinden uzaklaştıkça da Cumhuriyet sarpa sarıyor. İrtica, bölücülük, siyasal dincilik, köşe dönücülük yeni egemen değerler. Yurt sevgisi ve çalışkanlık tu kaka. Tam bağımsızlık hak getire.. Uluslararası Tahkimi Anayasa’yı değiştirerek kabul ettiler. Ülkeyi yeniden kapitülasyon batağına soktular.
Dünya Bankası’ndan yüz milyonlarca dolar borç alarak sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi için projeler uyguladılar. Halkımız giderek yoksullaştırıldı. Bütçede para yok diyorlar fakat bir yandan da özel sağlık kuruluşlarını düşük faizli, uzun erimli- hibe- kredilerle destekliyorlar.
Kamu sağlık kuruluşlarını iki yanlı çökertiyorlar. O çok sevdiğiniz Ulusumuzun yoksul insanları artık hastanelerde rehin kalmıyorlar, ama imzalatılan borç senetlerini ödeyemeyince, aile boyu hapse atılıyorlar! Sağlık hizmeti alamadıkları için özlerine kıyıyor (intihar ediyor), rahat ölüm (ötenazi hakkı) istiyorlar. Bir “özelleştirme histerisi”dir gidiyor. Atatürk’ün
“.. ayrıcalıksız sınıfsız kaynaşmış bir kitle olacağız..”
sözünü asla duymak istemiyorlar. Bunu söyleyince siz Atatürk’ü kendine alet eden ‘solcu’ oluyorsunuz. Dahasını söyleyelim, şu söz de Büyük Kurtarıcının :
“Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi, halkının sağlığı ve sağlamlığıdır..”
Böylece, içeriği boşaltılmış bir sözde Atatürkçülük ile aslında Mustafa Kemal Paşa’ya en büyük ihaneti yapıyorlar. Oysa siz, 2 Nisan 1981’de, Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığınız bir makalede, “Atatürk’ün Sağlık Politikası” başlığı altında, O’nun sağlık politikasının devletçi olduğunu vurguluyordunuz. Halkçılık ve Devletçilik, dinozorların marjinal değerleri artık günümüzde. Oysa dünyadan haberleri yok; ABD sağlık hizmetlerini belli ölçüde giderek sosyalleştiriyor! Daha çok kamu harcaması ile sağlık hizmetlerine sahip çıkarak eşitsizlikleri azaltma peşinde. Obama, Nissan 2010’da, sağlık güvencesi olmayan 50 milyon nüfusun 30 milyonuna bu güvenceyi sağladı. Bize “devleti küçültün” diyenler, kendi içlerinde tersini yapıyorlar. AB ve OECD ülkeleri sağlık giderlerinin 2/3 – 3/4 payını kamu kaynaklarından karşılarken, ülkemizi kötü yönetenler, kendi aydınlarımızın yurtsever çığlıklarına kulak tıkamış durumdalar..
Bir devlet ki halkına sağlık hizmeti vermez, Bir devlet ki halkına eğitim hizmeti vermez, Bir devlet ki bölgelerarası uçurumları gidermez, Bir devlet ki utanç verici gelir dağılımını düzeltmez...
Bilmiyorlar ki, o devlette şeriat da ayaklanır, gericilik de azar, bölücülük de şahlanır. Giderek iç ayaklanma da olur, bölünme hatta parçalanma bile olabilir ne acıdır ki.. Bilmiyorlar ki; 16. Türk Devleti’nin göksel (ilahi) bir bağışıklığı yok.. Var diyen, daha önceki 15 Türk Devleti’ne neler olduğunu açıklamalıdır!
İşte böyle Saygıdeğer Hocam.. İşin çok ilginç bir yanı da, Cumhuriyet’imizi koruma - kollama görevini kendine temel özgörev olarak alan gözbebeğimiz Ordumuz da bu sosyal ve ekonomik politikalara daha doğrusu yağma ve talan düzenine, ülkeyi yıkıma ve batağa götüren sorumsuz uygulamalara pek ses çıkarmıyor. Bu durumda, içten içe çökertilen Cumhuriyet “salt askersel önlemlerle” nasıl korunacak? Bu kaygılarımızı dile getirince de; darbe çığırtkanı oluyoruz.. Demokratlıktan çıkıyoruz, işleri askere havale ediyoruz.. Kim ne derse desin, ben bu konuyu MGK’nın da, komutanlarımızın da bilgi ve ilgilerine özellikle ve duyarlıkla sunuyorum. Devrimin önderinin, “..ekonomik bağımsızlık olmadan siyasal bağımsızlık olmaz..” sözünü anımsatıyorum..
Sevgili Hocam, 40 yıl önce 1971’de Hacettepe Tıp’ta öğrenciniz olduğumda, ders notlarınızda şöyle özde haykırıyordunuz:
Tarih, er ya da geç halkların hakkını aldığının öyküsüdür. Dolayısıyla bu hakları engellemek yerine yanında yer almak, doğal tarihsel aşamaların daha sağlıklı geçirilmelerine katkı vermek olur..
12 Mart 1971’de bir şey olmadı! Ama 12 Eylül’cüler (1980) size bu sözlerin hesabını mahkemelerde sordular. Ak saçlı bilge kafanızın içindeki cevheri anlamak yerine yargılamayı seçtiler. Oysa asıl yargıç ve hüküm sahibi halk ve tarihtir. Tarihsel gidişse, kesin ve zorunlu olarak aydınlanmadan, sosyal eşitlikten, toplumsal barış ve adaletten yanadır. Yaşamın diyalektiği böyle.
12 Eylül 1980 darbecileri, 27 Mayıs Devrimcilerinin güzelim 1961 Anayasası’nı kaldırdılar, KüreselleşTİRmenin 1982 Anayasası’nı yaptılar. 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi yasasının temel dayanağı olan 49. maddeyi başkalaştırarak yeni 56. maddeyi getirdiler. Sağlıkta özel sektörden söz ettiler, Sağlık Bakanlığı’na sağlık hizmetlerini verme değil, düzenleme ve denetleme görevi verdiler.1990’ların başında, DB ve IMF baskısıyla sözde “Sağlık Reformları” süreci başlattılar. 2000’ler başında ise, 3 Kasım 2002 seçimiyle hükümet olan AKP, aynı 2’linin dayatması ile 2003 Haziran’ında “Sağlıkta Dönüşüm” programı başlattılar.
Büyük bir kararlılık ve gözü kararlılıkla, hızla yol aldılar. Sizin öz evladınız ve adeta sanat yapıtınız “Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri” hızla yıkıma uğratıldı. Tarihler 15 Aralık 2010’u gösterirken, ülkemizde tüm Sağlık Ocakları kapatıldı ki, oralar bizim kutsallaştırdığımız, adeta hizmet tapınağı bellediğimiz yuvalarımızdı. Sayıları 6200’ü bulmuştu, 40. yılında tarihe gömüldüler. Tabelaları ters çevrildi ve öteki yüzlerine “Aile Sağlığı Merkezi” yazıldı.
Özelleştirme, piyasalaştırma, devleti küçültme, sosyal olan ne varsa un ufak etme.. KüreselleşTİRme kasırga gibi esiyordu. Devlet tüccar oldu, hastaneler işletme, yurttaşlar müşteri kılındılar. Sizin çok vurguladığınız bir ölçütünüz vardı :
Bir hükümetin halkının sağlığına verdiği değerin en şaşmaz göstergesi, bütçesinden ayırdığı paydır.
derdiniz 1970’lerde ve sonrasında. Çünkü ulusal gelirden % 2,5 dolayında bir pay ayrılırdı sağlık giderleri için. Sizin Etimesgut deneyimlerinize dayalı hesaplamalarınız ise % 6,6 gibi bir pay gerektiriyordu. Bu oranın artırılmamasını çok doğallıkla, “temel engel; finansman darboğazı” olarak niteliyordunuz.
Günümüzde, Küresel sistemin DB ve IM İkiz Kızkardeşleri, akıl almaz manevraları ile ülkemizde toplam sağlık giderlerini ulusal gelirin % 7,5’larına dek hızla tırmandırdılar. Bu kez bu kaynak gerçekçi iktisadi araçlarla sağlanamıyor, bütçe açığı ve borçlanma getiriyor. 2011 bütçesi, 312 milyar TL (%10’u açık olmak üzere) ve 1/5’i, 62 milyar TL, SGK açığının finansmanı için aktarılıyor.
Finansman darboğazı tersine döndü, harcamalar sürdürülemez nitelik kazandı. Acı olan ise, 50 milyar Dolar’ı aşan 2011 toplam sağlık giderleri içinde sağaltım (tedavi) giderleri roket hızıyla artar ve aslan payını alırken, yönetim destek ve koruyucu sağlık hizmetlerinin payı reel olarak azalıyor, yerlerde sürünüyor. Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer (bu yazının tarihine göre önceki), harcamaları artık karşılayamadıklarını, köklü tasarruf önlemleri alacaklarını açıklıyor.. Balayı dönemi bitiyor, halka popülist davranma dönemleri geride bırakılıyor. Kamu sağlık kurumlarının milyarlarca TL alacakları, Yüce Parlamento’da Bütçe yasalarına eklenen bir madde ile siliniyor, bu kurumlar bilerek iflasa sürükleniyor, tıp fakültesi hastanelerine Sağlık-Maliye Bakanlıkları el koyuyor.
Büyük Atatürk döneminin önemli yasalarından 1928 tarihli 1219 sayılı yasanın 1. maddesi (Hemşirelik yasasının da), TBMM açık iken, gece yarısı RG’nin yinelenen (mükerrer) sayısında yayınlanan (2 Kasım 2011) 663 sayılı Yasa Gücünde Kararname ile değiştirilerek yabancı hekim ve hemşire çalıştırma olanağı sağlandı. Sağlık Bakanlığı örgütlenmesi altüst edildi, kamusal yapı bitirildi.. Büyük başarılarla Merkez Konseyi Başkanlığı’nı yürüttüğünüz Türk Tabipleri Birliği’nin görevleri arasından hekimlik meleğini kamu yararına yürütme işlevi çıkarıldı, TTB’nin dava ehliyeti düşürüldü. Disiplin yaptırımlarını da Bakanlık üstlendi, Anayasa’nın 135. maddesi açıkça çiğnenerek meslek örgütümüz adeta iğdişleştirildi. Bu YGK ile “Sağlıkta Dönüşüm” tamamlandı sayılabilir.
Daha hangilerini sayayım değerli hocam?? Sağlıkta serbest bölgeler, sağlık güvencesinin daraltılması fakat ek ödemelerin Deli Dumrul’u bile kıskandıracak ustalıkla artırılması, birkaç yıl içinde kamunun elindeki tüm hastanelerin işletmeleştirilerek sözde Kamu Hastane Birlikleri adı altında satılması, sağlık personelinin iş güvencesiz, düşük ücretle, örgütsüz.. köleleştirilmesi.. Sağlık personeli ayakta. Bu 663 sayılı darbe YGK’si 2/3 Kasım 2011 gecesi RG’de yayınlanırken, 3 Kasım 2011 günü de biz evlatlarınız sizi anmak üzere toplanıyorduk. Konuşmacılar yoğunlukla bu YGK depremini işler diler.
Değerli Nusret Fişek hocam,
3 Kasım 1990 günü Hacettepe hastanesinde bizi terk ederken ağzınızdan dökülen son sözler;
“Türkiye’de Sosyal tıbbı koruyunuz...” olmuştu.
Beceremedik Sayın hocam, başaramadık, yenildik, kutsal emanetiniz Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri sistemini koruyamadık.
Yabanıl kapitalizm tüm gücüyle abandı, gücümüz yetmedi.
Ama bu yitirilen bir muharebedir. Savaş henüz bitmemiştir; halkımıza, öğrencilerimize, asistanlarımıza, yöneticilere, politikacılara, milletvekillerine.. olup bitenlerin içyüzünü, gerçekleri anlatmaya; araştırmalarla kanıta dayalı olarak irdelemeye devam edeceğiz.
Savaşımınız, azminiz, bize öğrettikleriniz, yapıtlarınız... saygın ve sevgin (aziz) anınız en güçlü ışığımızdır.
Elbet bu karanlık, kasvetli dönem de geride bırakılacaktır.
Sizin ve Yüce Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin gerçek savunucusu olmaya devam edeceğiz ve mutlaka biz kazanacağız. Bize öğrettiğiniz her ve Türk halkının eşit sağlık hizmeti hakkı için, tüm yaşamınız boyunca verdiğiniz eşsiz uğraşı için sonsuz minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.
Gerçek Kuvvay-ı Milliyeci Tümgeneral Hayrullah Fişek’in kalpaksız kuvvay-ı milliyeci oğlu Prof. Dr. Nusret Fişek’i, ölümünün 21. yılında özlem ve saygıyla anıyoruz. Büyük Önder’in bize bıraktığı biricik kalıt olan ve sizin her fırsatta vurguladığınız üzere, us ve bilim tek yol göstericimiz olarak, canımız Türkiye Cumhuriyeti’miz -epey hırpalanmış da olsa-bizi mutlaka ama mutlaka utkuya ulaştıracaktır.
Bize, siz öğrettiğiniz bu yalın tarihsel diyalektik gerçekliği 40 yıl önce!
Tarih, er ya da geç halkların hakkını aldığının öyküsüdür.
Dolayısıyla bu hakları engellemek yerine yanında yer almak,
doğal tarihsel aşamaların daha sağlıklı geçirilmelerine katkı vermek olur..
1971 Hacettepe Tıp Öğrenciniz
1978 Hacettepe Tıp Asistanınız
2004-2006, Kurucusu olduğunuz
ADD’nin Genel Başkan Yardımcısı
AÜTF Halk Sağlığı AbD Öğr. Üyesi
————————————————————————————————————————————————————————————1)1946’da sıtma epidemisi gerekçesiyle % 6’lara varan olağanüstü bütçe payı dışında.. 2)1978-2000 arasında 22 yılda “2000 Yılında Herkese Sağlık” hedefine Dünya Bankası ve IMF’nin engelleyici küreselleşme politikaları, sözde yeni dünya düzeni masalları yüzünden erişemeyen insanlık; 21. yy’da benzer hedefleri yeniden önüne koydu.. Örn. “2010 yılına dek herkes kapsamlı temel sağlık hizmetine erişecektir..” Oysa Prof. Fişek’in 40 yıl önce çıkardığı 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin sosyalleştirilmesi yasasının temel amacı da buydu.