Kasım 1992
Görev Verildiğinde "Hayır" Demezdi
Önce öğrencisiydim O'nun. Sonra asistanı oldum. 1983 yılının Nisan ayında görevimden istifa ettim. Aynı yılın Haziran ayında da O emekli oldu.
Türk Tabipleri Birliği Yasası değişmişti. Merkez Konseyi İstanbul'dan Ankara'ya alınmıştı. Eylül-Ekim aylarında yeni yasaya uygun olarak Tabip Odalarının kongreleri ve seçimleri yapıldı. Biz Ankara Tabip Odası seçimlerini kaybettik. Bu çok önemliydi. Çünkü, Merkez Konseyi seçimlerini belirlemede Ankara, İstanbul, İzmir, Adana illeri çok ağırlıklıydı.
Ankara Odası seçilmelirin kaybettikten hemen sonra hocamın evine gittim. O'na Merkez Konseyi seçimlerine kendisinin Başkanlığında katılmamız gerektiğini anlattım. Bana daha önce çok duyduğum bir biçimde yanıt verdi. "Bana bak! Ben şimdiye kadar hiçbir göreve talip olmadım. Ama bir görev verildiğinde de hiç kaçmadım. Diğer odalardaki arkadaşlarla görüş. Bu görevi bana veriyorlarsa, hazırım" dedi. İstanbul'a ve İzmir'e gidip arkadaşlarla görüştüm. Onlar da Ankara'ya gelip hocaya seçimlere girilmesi gerekliliğini anlattılar. Bunun kendisine bir "görev" olarak yüklendiğini anladı, ikna oldu ve girdik seçimleri kazandık.
Ertesi sabah tekrar evine gittim. Genel lafa klasik biçimde girdi. "Bana bak! Bu seçimleri kazanabileceğimizi hiç düşünmemiştim. Ama iyi çalışmışsınız. Aferin" dedi. "Peki" dedim, "Bana niçin hiç bu kanaatinizi söylemediniz?". "Seçime girmek bir görevdi" dedi, "Sonra bahane arıyorum zannederlerdi."
12 Eylül Cunta rejimi dolaylı olarak sürüyordu. Hava ağırdı. Seçimlerde karşımızda olan ekip bizi sürekli olarak "siyaset yapmakla" suçluyordu. Siyaset yapmak suçtu. Biz de geçmişimizle suçlu, geleceğimizle gene potansiyel suçlu idik. Yukarılara böyle göz kırpılıyordu. Ama bu O'nun görev anlayışını hiç etkilememişti. Mücadeleden kaçmamıştı.
O'nunla 6 yıl da Merkez Konseyi Genel Yönetmeni - Genel Sekreteri olarak çalıştım. İstanbul'da, kapısı mühürlü bir Konsey binasından yarım kamyon dolusu eşya ve 175.000 TL para ile devraldığımız Merkez Konseyi'ni 6 yıl sonra kendi binasında 1 milyardan fazla para ile; saygınlığının doruğunda, ağırlığının ve etkinliğinin bilincinden bir meslek kuruluşu olarak daha genç kardeşlerimize devrettik.
Nusret Hoca, görev aldığı her yere olduğu gibi Türk Tabipleri Birliği'ne de silinmez damgasını vurmuştu.
Oturduğu makam O'nu hiç onurlandırmadı. O makamları, kişiliği, aydınlığı, bilimselliği ile hep O onurlandırdı. Bu sürecin oldukça uzun bir parçasını birlikte yaşadığımız için ne mutlu "Bana".