"Halk Sağlığında Gündem" Bülteni'nden
Kasım, 2011
Nusret Fişek Konferansı
Birkaç yıl önce, Istanbul`da bir hastanede yapılan “Öncü Türk Hekimleri“ ni tanıtım amaçlı bir dizi etkinlik içinde Nusret Fişek`i tanıtmıştım. Bu top- lantıda yaptığım sunum, en sevdiğim işler arasında yer alır. Fişek’i halk sağlıkçılar, özellikle Hacettepe’li herkes tanıyor ve izliyordu. Oysa başka ortamlarda onun ışığını paylaşma fırsatı beni özellikle mutlu etmişti. Bu vesile ile orada yaptığım sunumu paylaşmak istedim.
“Yetişirken insanın güzel model görmesi, eminim, çok önemli bir şey tıp öğrencisi için. Ben kendimi çok şanslı sayıyorum. En başta Nusret Fişek bizim için en değerli bir modeldi. Mezuniyet sonrası onunla birlikte çalışma şansı ile, yirmi yıl çok yakınında bulunmak gerçekten çok etkiledi beni ve eşimi... Sayesinde çok güzel bir öğren- cilik dönemi ve çalışma yaşamı geçirdik demeliyim. (İyi insan olarak gelişimimizi, bizim takdir etmemiz doğru olmaz ama, biraz gelişmişsek, en az ailelerimiz kadar onun da payı oldu bunda diyorum şimdi).
Nusret Fisek’i burada, sizlere tanıtmak benim için bulunmayacak bir onur. (Katılımcılardan genel cerrah emekli bir ögretim üyesi, “İçinizde onu tanıyan oldu mu?” sorum üzerine aşağıdaki sözlerle etkileyici bir giriş yaptı… “Halk Sağlığında çok önemli hizmetleri olan bir hoca olarak biliyoruz Nusret Fişek`i. Sosyalizasyon fikrini oluşturan bir hoca olarak biliyoruz. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi projesinin babası diyelim, Projenin sahibi”. (Bu büyüğümüz, toplantı sonunda, kendisinin onun etkisi ile, sosyalleşmenin ilk yıllarında Muş’ta ne kadar sevgiyle çalıştığını büyük bir özlemle, zaman zaman göz yaşlarını da tutamayarak derin duygular içinde anlattı)
Nusret Fişek çok yönlü bir insan. (Bu arada resmini gösteriyordum) Yüzündeki ifadeyi size vurgulamak göstermek isterim. Çok güzel, her zaman güleryüzlü, hep düşünceli ama herkese çok saygılı hep. “Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün öldüğü yıl okulu bitirmiştim” diye anlatırdı Atatürk’e olan sorumluluğunu. O, ülkenin emanet edildiği gençlerden biriydi. Çok başarılı bir öğrenci oldu. Tıp Fakültesini birincilik derecesi ile bitirdi. Bir sınıf arkadaşının notlarından öğreniyoruz. “Harvard Üniversitesinde (1950 lerde) mezuniyet sonrası öğrenim yaptığı sırada tıp fakültesinden transkriptinin alınması gerekir. Bu belgeyi alan okul arkadaşı, görevlilerin “bu güne kadar hiç tüm derslerinden tam puan alan bir öğrenci transkripti hazırlamamıştık” sözleriyle, belgeyi gururla verdiklerini yazmış anılarında”. O nedenle okulu bitirince dahiliye uzmanı olma hakkına sahipti. Günün modası, herkes iç hastalıkları uzmanı olma peşinde... Oysa okul yönetimi, bu farklı öğrenciye “yeni bir şeyler var, yeni fikirler var, klinik yerine senin bilim adamı olmanı çok uygun görüyoruz” der. O da bu yönlendirmeyle mikrobiyoloji uzmanlığı yapmaya başlar. Ve Refik Sağlam Hıfzıssıhha Enstitüsünden ilk uzmanlık belgesini alır. Sonra bir grup Türk Doktor Harvard Üniversitesine gönderilir. Nusret Fişek de aralarındadır. Orada Mikrobiyolojide Felsefe Doktoru olur. Döndüğünde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi`nde Mikrobiyolojide Biyokimya Doçenti olur genç yaşında. Bu aşamaya kadar ki yaşamında, hep çok güzel insanlarla çalıştığını anlatırdı. Bir araştırma dersinde, hiç unutmam, methionini keşfeden bilim adamı ile çalıştığını anlatmıştı Harvard’da. Bu uzmanın “her şeyden emin olmak için bir araştırmacının her durumu kendisi denetim altına almalıdır” sözleri ile yanlış bir şey olmasın, sonradan istenmeyen bir durumla karşılaşılmasın düşüncesiyle test tüplerini bile kendisinin yıkadığını anlatmıştı.
Zamanın Hıfzıssıhha Okulu, Türkiye’nin sağlık alanında çok deneyimli bir müessesesi idi. Hıfzıssıhha Enstitüsü de 1928 yılında kurulmuş, o zaman çok önemli sorun olan bulaşıcı hastalıkların kontrolü için laboratuvarların geliştirilmesi gerekiyordu. 1936 yılında doktorlar için eğitim programları uygulanmaya başlamıştı orada. Ancak işler hep başka ülkelerden gelen uzmanlarla yürütülüyordu genellikle. 1940’lara kadar bir şeyler yapılmış ama sonra İkinci Dünya Savaşı sırasındanda okul kapanır. 1953 de, Ankara Tıp Fakültesine bağlanarak tekrar açılan okul, işlevi olmayan bir kurum ve beklentileri layıkıyla yerine getiremediği için de sürekli suçlanan bir yer. “Bir şey üretemiyor artık bu müssese” derlerken, Demokrat Parti zamanında Nusret Fişek Hıfzıssıhha Okuluna Müdür olarak atanır ve 1965 yılına kadar da Hıfzıssıhha Okulu Müdürlüğünü sürdürür. Orada özellikle hekimlerin ve hekim dışı sağlık personelinin, halk sağlığı konusunda yetişmesi için çaba sarf edilir. Fişek, Harvard’da ek olarak biyoistatistik eğitimi de almıştır yoğun bir şekilde. Özellikle araştırma eğitimi ve halk sağlığı eğitimini bu birikimle kurumlaştırır Hıfzıssıhha Okulunda. 1960’lı yılların başında, yani 1950’lerin sonunda, okuduğu Fakir Bayburt’un romanlarında da yoğun olarak işlenen, İç Anadolu’da insanların ne kadar zor durumda olduğunu, özellikle kadınların üreme sağlığı sorunları ile öldüğünü yakından izler. O yıllar, ülkede doğurganlığın en yüksek olduğu yıllar. Gebelikten korunma kavramının olmadığı zamanlar. Bu nedenle, bir taraftan da Ankara Doğumevi Başhekimi Dr. Zekai Tahir Burak’ın ilgililere mektuplar yazıp kadınlar ölmesin, bir şeyler yapalım” çabası içinde olduğunu da görür, bu duyguları o da paylaşır. Nusret Fişek düşüncelerini birleştirerek bir gazeteye “Türkiye’de sağlık sistemi şöyle olursa bütün ulusun sağlığı gelişir” kapsamlı bir makale yazıyor. Zamanın yöneticilerinden bir Milli Birlik Komitesi Üyesi Nusret Fişek`i davet edip “bu çalışmayı siz yapabilir misiniz” sorar. Cevap “EVET” dir. 1960 yılında Nusret Fişek TC. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olarak göreve başlar. Bu görev 1966 yılına kadar sürer. Müsteşarlık görevi sırasında günümüzde halk sağlığının geliştirilmesini sağlayan hemen tüm etkinlikler ardı sıra gerçekleştirilir. Kendisine yapılan Sağlık Bakanı olması teklifine de “ben iş yapmasını seven insanım, sağlık bakanı olursam işi kim yapacak” cevabı ile itibar etmemiştir. 1961 yılında Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası zamanın parlementosundan hızla geçer ve Türkiye’de sağlık hizmetleri yeni bir boyut kazanır. Bu aslında o zaman için çok önemli bir girişim. Dünya’da 1948 yılında ilk kez İngiltere’de Ulusal Sağlık Sistemi var. Bunun dışında başka bir ülkede bu anlamda bir sistem yok. Türkiye ikinci ülke olur ulusal sağlık sistemi olan. Daha sonra, dünya nüfusunun sağlığının iyileştirilmesi için 1978 yılında DSÖ, Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı’nda bu tür hizmetleri dünyaya önerir. Bu oldukça öncü bir iş dünya için. Ancak, Nusret Fişek çok rasyonel bir insan. Sağlık Bakanlığı’nda, öngörülen yasanın olması gerektiği şekilde yürütülmediği zamanlarda çok ciddi gerekçelerle itirazları olur ve sonunda Hıfzıssıhha Okuluna geri döndürülür. Bu kez, yasayı savunmak için Danıştaya başvurur. Danıştay onu tekrar müsteşarlık görevine iade eder ama bir daha aynı şey başına gelince, o zaman kendisi istifa edip, Hıfzıssıhha Okuluna döner. Bu sırada Ankara Üniversitesi’nde yeni bir Tıp Fakültesi kurulur. Hacettepe Tıp Fakültesi ve Prof. Doğramacı Nusret Fişek’in sınıf arkadaşıdır. Aynı yıl mezun olmuşlardır. Halk Sağlığı Eğitiminin güçlenmesi için Hacettepe Tıp Fakültesi müfredatını birlikte hazırlarlar ve Nusret Fişek, 1966 yılında Halk Sağlığı Profesörü olarak Hacettepe Üniversitesinde çalışmaya başlar. O zaman Toplum Hekimliği Enstitüsü olarak kurulan bölümün yöneticisidir. Ben 1969 girişliyim Hacettepe Tıp Fakültesine. Bu tarih, ilk mezunların verilmesinden sonra alınan ilk öğrenciler olduğumuzu gösterir. Dolayısı ile okulun denenerek geliştirilmiş eğitimin bize denk geldiğini düşünürüm hep. Gerçekten aldığımız eğitim çok güzel bir programla düzenlenmişti. Bununla övünürüm her zaman. Üniversitenin Kuruluş aşamasında Nusret Fişek ayrıca Mezuniyet Sonrası Eğitim Fakültesi Dekanlığı görevini de üstlenir. O yıllarda Hıfzıssıhha’da yapılan nüfus araştırmalarının Hacettepe Üniversitesinde sürdürülmesi için H.Ü. Nüfus Etüdleri Enstitüsü kurulur ayrıca. Hıfzısıhha Okulu’nda çalışan uluslar arası deneyimli uzmanlar da bu etkinlikleri desteklerler. Nusret Fişek 1963 yılında Hıfzıssıhha Okulunda görevini sürdürürken, müsteşardır aynı zamanda. O yıl Hıfzıssıhha’da Türkiye’nin ilk Nüfus Araştırması yapılmıştır. Türkiye’yi temsil eden örnekte doğurganlık, gebelikten korunma, istenmeyen çocuk sayısı gibi bilgiler ilk kez burada belirlenir. Bu bilgiler dünya demografi literatüründe ulusal olarak yapılan ilk nüfus araştırması bulgularındandır. Bu kapsamda yürütülen araştırmalar, her beş yılda bir hala tekrarlanmakta...
1983 yılında, yeni YÖK yasasının getirdiği yaş sınırlaması ile üniversiteden emekli olur Nusret Fişek. Türk Tabipler Birliği ondan görev talep etmektedir bu kez. Merkez Konseyi Başkanı olarak 1990 yılında ölümüne kadar bu onursal görevini sürdürür.
Çok farklı yerlerde, farklı farklı işler yapmıştır Fişek. Şöyle bir söyleşisi var kitapların birinde “ben hiçbir göreve kendim talip olmadım, bana bir görev önerdiler, bana verilen her görevi de kabul ettim”. Eşi, Sevgili Perihan Fişek’in bu konuda bir serzenişini hatırlıyorum. Ona olan sonsuz desteği yanı sıra, şikayetçi idi biraz bu durumdan, Fişek çok yoruluyor, herkesin istediğini yapıyor… Ben çalışkanlığını özel olarak unutamam. Asistanlık yıllarımızda epidemiyolojiistatistik eğitimimiz sırasında bize ödev verirdi. Altı asistandık ödev yapan. Tabii o zaman bilgisayar yok, kah elle, kah hesap makineleri ile boğuşup duruyoruz. Bizim 5-6 saat uğraşıp yaptığımız ödevlerin hepsini alır, evine götürür, elleriyle düzeltir, ertesi gün bize geri verirdi. Bizimle o düzeyde bir ulu insanın bu şekilde ilgilenmesinin önemini, o yaşlara gelince daha da iyi değerlendiriyorum gerçekten.
Dünya Sağlık Örgütü’nün kurucu üyelerinden biri idi. Ölümüne kadar Dünya Sağlık Örgütünde her aşamada çalıştı. 1955 yılına kadar olan birikimiyle immünoloji konusunda bütün dünyada standartlar geliştiren kuruluşta ve nüfus konusunda pek çok kuruluşta danışmanlık yaptı. FRCP üyeliğini öğrendiğimde, bağlantısını sormuştum. “Valla davet ettiler, törende sizi üye yaptık dediler” demişti! İnsan Hakları Derneğinin, Atatürkçü Düşünce Derneğinin, Silahlanmaya Karşı Hekimler Birliği’nin de üyesi idi.
Ben ilk kez onu, 1970 yılında, dersimize girdiğinden hatırlıyorum. Bir kere, bugün motivasyon olduğunu bildiği, çok hevesli bir yapısı vardı. Kendinden çok emindi ve çok etkileyici şeyler söylüyordu. “Tıp Fakültesine girme nedenim, pek çok arkadaşımın söylediği gibi, çocukluğumdan beri doktor olup hastaları iyileştirmek isteği değildi”. Bahçelievler Deneme Lisesinde, en yakın arkadaşım lise 1. sınıfta başka bir okuldan gelmişti. Deneme Lisesinde o yıllar yalnızca ilkokuldan sonra öğrenci alınırdı. Oysa O İstanbul’daki deneme lisesi müfredatı uygulayan bir okul öğrencisi idi. Tabi ki, yabancı öğrenci öğretmenlerin ilgisini çekmişti, onu kaldırıp sorgularlardı. “Nereden geldin, neden geldin vs...” O da “babam tayin oldu” derdi. Nereye tayin oldu sorusunu “Hacettepe Üniversitesine” olarak cevaplardı. Ne iş yaptığını sorduklarında “doktor”, ne doktoru dediklerinde de “iş hekimi” derdi. “Diş hekimi mi” derdi öğretmenler, o da “iş hekimi” olarak ısrar eder, garip yüz ifadeli öğretmenlere işlevinin “işçi sağlığının geliştirilmesi” olduğunu anlatırdı. Sonradan öğretmenim olan bu baba, Sevgili İsmail Topuzoğlu, o yıllarda kızının da doktor olmasını çok isterdi. Oysa Alev matematikçi olmak istiyordu… Bir gün, “niye bu kadar ısrar ediyorsunuz” dediğimde Topuzoğlu bana, “… hayatımı insanların sağlıklı ve mutlu olması için geçirdim, bu güzel bir şey. Ayrıca bir insan hekim olursa kendisinin ve çevresindekilerin daha iyi tanır, daha kolay iletişim kurar, bilgileri kendisine, ailesine de yol gösterir” anlamlı nedenlerini sıralamıştı. O an benim için çok önemliydi aslında. Meslek seçiminde hiç düşünmediğim bir boyuttu bu. Sonra matematik sınıfı öğrencileri olarak üniversite giriş sınavından ikimiz de çok yüksek bir puan aldık, Alev bugün ünlü bir matematik profesörü, ben toplum hekimiyim. Gerçekten Nusret Fişek’de insana çevresini öğreten bir öğretmendi, birinci sınıf öğrencilerine. Toplum hekimliğinin zevkli ders ve uygulamalarının etkisi ile sanırım, büyük bir istekle toplum hekimi olarak mesleğimi sürdürdüm. Çok büyük bir şans olarak uzmanlık tez danışmanım da Nusret Fişek’ti. Bu nedenle, çalıştığım sağlık ocağında haftalık ziyaretler yapar, bana danışmanlık yapardı. Ancak çok sayıda hasta bakılan bir yerde çalıştığım için, uzun süre işimin bitmesini beklerdi. Bir kez, “hasta bakmasını bilsem şimdi sana yardım ederdim” dediğini hatırlıyorum. Bitmeyen işlerimiz için de “senin işin çok” diyerek, beni bir kaç kez hafta sonu evine çağırdı, Perihan Hanım’ın yaptığı kurabiyeler eşliğinde işimize devam ettik. Ondan ne kadar çok şey öğrendim ki…
Üniversiteden ayrıldıktan sonra DSÖ ile çalışmalarını sürdürüyordu. O yıllarda bana yararlanacağım bir eğitim programı önerdi. Dünya Sağlık Örgütü, Exeter Universitesi’nde bir akademik yıl süreli nüfus araştırmaları diploma programını destekliyordu. Bu programa, üç yaşındaki kızımı ablamın şefkatli kollarına bırakarak, büyük bir hevesle katıldım. Nusret Fişek de Dünya Sağlık Örgütünün danışmanı olarak üç ay bize öğretmenlik yaptı. Exeter günleri benim için bu anlamda ayrıca değer kazandı. Uluslararası bir programda, 15 tane farklı ülkeden gelmiş katılımcıydık. Eşi ile birlikte idi ve ben onlara daha da yakın olma şansına sahip oldum. Ne kadar mutlu olduğumu tahmin edebilirsiniz. Ben zaten büyük bir hayranlık içindeyim ama bütün grup da, yirmiye yakın öğretmen arasından onun farkını anlamışlardı. Ayrılışı sırasında, para toplayıp Nusret Fişek’e hediye aldılar ki, neredeyse herkes harcırahlarını biriktirip ailelerine götürme derdinde ve çok az para harcıyordu… Biri, nedenini “o çok farklı bir insan, konuşurken oturmuyor bize ayakta ders veriyor” demişti. Bir de gelirken bizlere incir getirmişti herkese, “o bizi adam yerine koydu bize incir getirdi” dediler örneğin. Bir kutlamada onu koltuğa oturur halde görüp yanında resim çektirmek istemiştim de hemen kalkıp beni o koltuğa oturttu ve eşi ile birlikte ortalarına aldılar. Ne kadar gurur verici değil mi bunlar? Kaç yaşında olursak olalım, hepimize eşit mesafede önem verirdi ve hep yakındı. Yazdığı kitabını da bölümde tüm çalışanlara, hepimize “Çalışma Arkadaşım, …’ya” olarak imzalamıştı... Olur olmaz herkese fırsat verdiğini söyleyerek onu eleştirenlere “insanlar arasında ayırım yapıp, buna karar veremem, ben elimden geleni yaparım, o hak etmemişse zaten arkasını getiremez” dediğini söylemişti birlikte çalışan bir büyüğüm.
Üniversiteden ayrılışında, tıp öğrencileri ona ayrı bir emeklilik töreni yaptılar. Bu sanırım, herkesin başına gelen bir şey değil. Ben bizim diploma töreninde, yani yıllar önce de, öğrencilerin ona diğer öğretim üyelerinden ne kadar farklı gösteri yaptıklarını hatırlıyorum. Diploma törenlerinde öğretmenler sırayla çıkıp öğrencilere diplomalarını verirler, o sırada uygun şekilde alkışlanırlar (kimi de neredeyse hiç alkışlanmaz) ama Nusret Fişek çıktığında bu alkışlar hiç durmadı ve o neredeyse mahçup bir ifade ile öğrencileri elleri ile sakinleştirmeye çalıştı. Bunlar çok güzel anılar...
Ülkeye neler yaptığını düşündüğüm zaman şunları tekrarlamak isterim. Türkiye’nin ilk biyoistatikçisi. Halk Sağlığı araştırmacılığını geliştirdi. Hekimler ve diğer sağlık personelinin bir arada gelişmesi için ilk çaba sarf eden. Bu o zamana göre yeni bir görüş, hala kuruluşlarda farkında bile olunamayan bir eğilim! İlk ekolojik çalışma, çevreyle ilgili sağlık çalışması da onun zamanında yapılmıştır. Tabii ki Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi toplumdaki herkesi düşünen bir sistem. Osmanlı döneminde, dosdoğru bir sistem yoktu. Vakıflar üstleniyorlar sağlık işlerini ya da parayla sağlanıyordu doktorluk hizmeti. Nüfus araştırmalarının yapılmaya başlaması, 1965 yılında çıkan Nüfus Planlaması yasası. O zaman da bu hak için çok büyük bir savunuculuk yaptı. Zamanın Bakanı onu çok atlatmaya çalıştı ama yine de dönemin hükümetini etkileyerek sonuç almayı başardı. O dönemde elde 1963 Nüfus Araştırması sonuçları var. İnsanların yasak olsa da beşte birinin zaten gebelikten korunduğunu, beklemedikleri çocuklarını aldırmak için çaba sarf ettikleri belirlenmiş bu araştırmayla! Gerekçeyi bu verileri kullanarak etkili bir şekilde savunmuştur. Bu anlamda, her zaman bilimsel gerekçelerle savunurdu yapılması gerekenleri…
Ölümü nedeniyle, Dünya Sağlık Örgütü’nün çektiği telgraf çok anlamlıydı. Onu “Dünyada sağlık hizmetlerinin gelişmesinde çok büyük önderlik yapmış” bir büyük olarak yolculuyordu DSÖ. Nusret Fişek’in çoğu tek başına yazdığı makale olan çok sayıda eseri var. Daha sonra söyleşilerle ya da çeşitli kaynaklarda yayınlanan pek çok makale eserini kitap haline getirdi Türk Tabipler Birliği. www.fisek.org. web sitesinde de, Oya ve Gürhan Fişek’in ilgisiyle oluşturulan Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı bu yayınlar yanı sıra, Fişek’in ders notlarına da ulaşmayı sağladılar. Fişek’in ders notları özellikle incelenmeli, bilmeyenler tarafından. 1970’lerin başında, bugünkü tıp sorunlarını bile çözebilecek çok güzel kavramsal çerçeveler içerirler bunlar. Ayrıca iki büyük yasanın savunulması sırasında yaptığı çalışmaların her yerde bulunmayan bilgileri de var bu ortamda. Vakfın bir yayını, Ali Eren Doğan tarafından yazılan “Hıfzıssıha Okulu ve Nusret H. Fişek (19581965)” kitabı da çok değerli bir tarihsel kaynak Fişek’in çalışmalarını ve değerini tanıtan. Google’dan da kimi yazılı materyallere ulaşılabiliyor. 1977’de İstanbul Tıp Fakültesinde bir Tıp Kurultayı yapılmış. Elime geçen, orada yaptığı konuşma metninden bir alıntıyı bu vesile ile paylaşmak istiyorum. “Önce Tıp Eğitiminin amacını saptamak gerekir. Ve bu her ülkenin kendi koşullarını göz önünde tutarak sağlık örgütlerine nasıl bir hekim gerekiyorsa bunun niteliğinde hekim yetiştirmek üzere düzenlenmeli” diyor. Eğitimci olarak sağlığı tanıtıyor Nusret Fişek? “Eğitimde, tıp eğitiminde sağlık nasıl yaklaşılan bir konu? Bir kere temel insan hakkı”. “Sağlık insan hakkıdır onun için herkese sunulan bir haktır” “Ve mutlaka sosyal bilimlerle birlikte sağlığın ele alınacağını” söylüyor. İnsan ve çevresi derslerinde, “İnsanı ve bütün toplumu yöneten en önemli şey sosyal çevre içinde yaşadığımız gelenekler, paramız, eğitim durumu gibi konuları dikkate almadan insanın sağlıklı olması için uğraşmak geçerli bir yol değil”. “Çevre olarak sosyal çevre çok baskındır. Fakat bence korunmayı öğrenmeliyiz. Ayrıca daha ciddi hastalığa bakan erken tanıya çok önem vermeliyiz. Bunun için de doktorlar tek başına bir şey yapamazlar. Bunun içinde mutlaka bir ekip ile birlikte çalışmaları gerekir. Ve tabi ki madem herkes için gerekli sadece hastanede değil, hastane dışında da sağlığın insanlara hizmet sunacak şekilde bir eğitim sistemi olmalıdır. Şimdi burada tabi ki çevre sağlığın bir ekonomik bedelinin olduğunu bilmeliyiz. Yani arpa aramak değil, maliyet hesabını yapmalıyız. Bu politik bir konudur. Ekonomik nedenleri olan, hem koruyuculuk, hem tedavi ikisi birden bir bütün halinde kavrayan yaklaşım toplum hekimliği yaklaşımdır. Böylece Halk Sağlığı sadece doktorlarla ilgili bir şey değil bir sürü disiplinin bir arada sentezle meydana getirdiği ve toplum sorunları üzerine kurulu olan bir ilgi alanıdır”
Nusret Fişek’in değerli kitabı “Halk Sağlığına Giriş” 1983 yılında basıldı. Ailesi tekrar yayınlanmasına izin vermedi ama kavramsal çerçeve olarak kitap hala çok günceldir. Kitapta sosyal hekimlik kavramını tanıtan bölümde insan hakları konu edilir. Ancak işin içine herkes girince devletin girmesi gereği vurgulanır. Eğer herkes sağlıklı olacaksa, hekimler de kamu için çalışacak insanlardır. Ama hiçbir zaman hekimler fedakarlık yapmalıdır demek istememiştir. Bu temeli devlet sağlamalıdır, devlet bu gerçeğe öncelik vermelidir görüşü hakimdir. Hizmet sunmak bu kadar yaygın olunca, herkesin desteklenmesi, hizmet içi eğitim yapılması ve insanların farklı alanlardaki sağlık sorumluluğunu alması gereği, genel doğrulardır ona göre. Bunlar uygulanabilir mi? Eğer politize olursak bunun mümkün olacağını savunur. Bu görüş, son zamanlarına yakın bir dönemde hekimlikle ilgili yazılarını kitaplaştırdığı bir derlemede de izlenmektedir. Sağlık Bakanlığındaki (SB) çalışanları değerlendirdiği bir araştırma konusunda, orada modern bilgi ve yetişmiş insan olmadığını söylemiştir. Bu çok eski bir bilgidir onun eserlerinde ama bence hala aynı şekilde doğrudur. Çünkü SB daki çalışma usulleri tedavi hekimliğinden farklıdır. Sağlık Bakanlığı yöneticiliği tedavi hekimliği ile çok ilgisi olmayan bir iştir. Başka şeylerle uğraştığınız zaman da, tedavi hekimi iseniz hemen sistem dışında kalırsınız. Hekimlerin yöneticilik için, ayrıca eğitilmeleri halkın sağlık düzeyinin düzelmesi için gereklidir görüşü ve tıp eğitimi uzmanlığını savunması, sürekli eğitimin önemi konusunda değerli belirlemeleri vardır.
Fişek’in bir başka gözlediğim yanı yöneticiliği idi. Tabii ki bu, onun genelde bir düşünür olmasından beslenmekteydi. Yönetici olarak da çok ilginçti. Hep ısrarlıydı. Birkaç toplantıda böyle büyük bir grupta, diğer insanları rahatsız edici derecede ısrarlı olduğuna şahit olmuştum. Ancak, ısrar ettiği her şeyin arkasında da bilgi vardı. Çok iyi bir araştırmacıydı. Harvard’da önemli görevlere gelecek insanların bir yıl hizmet öncesi eğitim aldığını görmüş, bunu özlemle anlatırdı. Bilgisiz tartışmacıya, yöneticiye tahammülü yoktu hiç. Savunduğu içerikte bütün araştırmaları, bütün odakları bilirdi. Onun üzerine kuruyordu ısrarını. Bir çalışma arkadaşının sözleriyle “iletken bir heyecanı ve iyimserliği vardı”. Kimse hakkında olumsuz bir şey söylediğini duymazdınız. Tabi ki yanlışlarımızı, doğruları da söyleyerek ifade ederdi. Bir meşhur özlü söz vardır. Eğitimde kullanırız “Duyarsam unuturum, görürsem hatırlarım, yaparsam öğrenirim.” gibi. Nusret Fişek bu söze “tartışırsam olgunlaşırım” ekini yapmıştı. Çok tartışırdı. Objektifliği, bilgiye dayanan güveni, bu sayede çok profesyonel olması, biriktirdiklerini sentez yapması ve araştırmacılığı çok önemli özellikleri idi yöneticilik için. Yine bir arkadaşımız onun için “çok araştırmacıydı, öğrendiği her şeyi paylaşıp öğretmeye çalışırdı. Bu onun için bir sanat ya da ibadet gibi bir şeydi” demiş. Gerçekten de otuz kere götürün bir yazıyı, otuz kere de düzeltebilirdi. Araştırma derslerinden birinde çerçeve içine alıp yazdığım bir sözünü hiç unutmamalıyız “araştırma yapmak için bilimsel olmak şarttır, bilimsel olmak için araştırma yapmak şart değil.” Ben bunu hep “yanlış bir araştırma yapacağınıza, yapılan doğru araştırmaların bulgularına dayanarak yolunuzu bulun”. Yöntemden hiç taviz vermez, vereni de geliştirmek için elinden geleni yapardı! Yine ona göre, yapılan her araştırma, yazıp ilan etmeye değmezdi. “Yazılacak şey varsa yazılırdı”… Zamanımız bu doğruları nasıl eğriltti değil mi?
Ünvanları da önemsemez, kim olursanız olun, size önce bir insan olarak değer verirdi. “Hocam” ünvanını da, üzerindek atıf yükünden olacak, pek sevmez ve kullanmamızdan hoşlanmazdı. Kapıdan geçiyorsunuz, önce sizi geçirir kapıdan. Bir yerden bir yere giderken, hiç unutmam, elimde bir hela maketi vardı çok genç zamanlarımda, birlikte trabzanı olmayan bir merdivenden çıkıyorduk. “Sen benden daha küçüksün, düşer bir yerini kırarsın” diyerek helayı elimden almak istedi. Değerli Nusret Fişek, asistanının malzemesini taşımaktan hiç gocunmazdı, verseydim eğer.
Çok akıcı ve basit konuşurdu. Acayip basit konuşurdu. Çok öykü anlatırdı derslerinde. Nasrettin Hoca öyküleri. Lüzumsuz bir şeyle uğraştığını göremezdiniz ve “kafasındaki bilgiyi kullanma yan sırtında kitap taşıyan eşek gibidir” sözüyle Şeh Sadi’yi sık sık anardı. Sağlık hizmetlerinin nasıl olması gerektiğini anlatan 1979 tarihli bir yazısının sonunu da (ben bunu çok seviyorum) “Tek söz dönemi geçti, şimdi orkestra çağıdır” diye bitirmiştir.
Özetle, Nusret Fişek değerli bir eğitimci, iyi bir yönetici, iyi bir politikacı, temeli bilgiye dayanan, gerekçeli, yani geçerli politikaları savunan bir insandı. Alçakgönüllülüğü, tevazusu, sonsuzdu.
(Toplantı sonunda dinleyici doktorlardan çok sayıda söz alan oldu. Çoğu “Biz de Nusret Hocadan ders alanlardanız. O dediğiniz noktalar, alçakgönüllüğü, çevresiyle sosyal ilişkileri olması, o günlere beni geri döndürdünüz. Ama o yıllarda biz öğrencisi olarak onu hep çok sevdik” içerikli konuşmalardı...
Başlangıçta, söz alan büyüğümüz ”Ben Nusret Hocayı 63 te tanıdım, Müsteşardı, Sağlık Bakanlığından burs alıp yurt dışından gelmiştim. Öğlene yakındı uğradım. İşin var mı dedi, yok hocam dedim. Beni Hıfzıssıha’ya götürdü, kendi eli ile kahve yaptı, birlikte içtik. Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Projesini uygulamaya başlamışlar. Beni o arada, yarım saat, kırkbeş dakika içinde Sağlık akanlığında çalışmaya ikna etti. O sırada yurtdışına tekrar dönmeye çalşıyordum. Bana “istediğin zaman istifa edersin” dedi. Biraz daha zaman geçince sanki akraba gibi olduk ve ben Muş’a gittim. Muş pilot bölgeydi. İlk uygulamalar çok ilginçti. Sosyal sistemi derslerle anlatmam lazım. Ama şunu vurgulamak isterim o mükemmel bir sistemdi. 1964 de, 1965 de üç ay orada kaldım. Türkiye’deki sistemi anlattığımız için yabancılar geldiler üç ay seminer yaptık onlara” sözleriyle anılarını sevgiyle tazeledi…