Bireyin Gücü
Çalışma Ortamı Sayı:51, Temmuz Ağustos 2000
Çağdaş akımlar, görüşler, büyük ölçüde de bireyin artık toplumda odak noktası olduğunu gösteriyor. Ama hangi birey ? Onun ilk adımını atmak gerekiyor. Ben, bireyin daha çok özgür ve bilinçli birey olarak konumlanmasını uygun görüyorum. O zaman da, bu bireyi tek başına ele almak değil,ş onun içinde bulunduğu küme, katman, sınıf ve daha geniş toplum ortamları içinde bireyi güçlü kılma ya da onun özgürleşmesini, bilinçliliğe ulaşmasını kastediyorum. Gerçekten bu çok önemli. Biz demokrasiyi aslında yaşayamıyoruz; çünkü bizler, demokrasinin gerektirdiği özgür ve bilinçli bireyleri yaratamadık. Yoksa bireyler güçlü olmalıdır ? Ama nerede, ne yaparken güçlü olmalı. Başkalarına zarar verirken, toplumu yanlış yerlere götürürken güçlü olmaları değil. Bilimle donanmış olması önemli, insanlığın toplumun yararına beynini kullanması önemli. İkincisi , usunu kullanıyor olması çok önemli. Bireyin kul, uyruk olmaktan çıkıp, demokratik toplumun bir üyesi olarak ele alınması gerekir. Bu toplum içindir ki beriyein özgürlüğü söz konusudur. Vaktiyle, bu özgürlükleri tanımlarken Bahri Savcı ve Muammer Aksoy, kamu özgürlükleri deyimini kullanırlardı. Devletin özgürlüğü değildi, kamu işyerinde bireyin rolünü alması ve o özgür,lükleri kullanması. Mümtaz Soysal da aynı görüşteydi, şimdi de yazılarıyla bunu gösteriyor.Tabii ki birey değil de, özgür bireyden yana olduğu için, aydınlanmadan yana olduğu için, karanlıklar güçler, Muammer Aksoy'u, Uğur Mumcu'yu, sevgili Ahmet Taner Kışlalı'yı öldürdüler.
Özgürleşmiş birey, bilinçlenmiş birey, kul olmaktan kurtulmuş yurttaş ve kenttaş olmuş birey önemli bizim açımızadan. O zaman bu birey, usunu kullanırken, toplumsal yaşama bilinçle katılması önemli. Aziz ağabey, "toplumun %60'ı aptaldır" derken, gerçekte bunların daha yurttaş olmadıklarını, birey olmadıklarını kastettiğini, sonradan,, birçok özel konuşmalarımızda açıklamıştı. Onun için, bizim akıllı olmamız gerekiyor; aklımızı kullanmamız gerekiyor; ama bunu yaparken tabii ki örgütlü biçimde bir araya gelmemiz gerekiyor. Bakın şimdi sevgili Nusret Fişek'in Vakıf içinde şurada bizleri toplaması, bir vakıfta yaşıyor olması, örnek oluşturuyor. Bu örneklik, bu bilinçlilik, bu duyarlılık, eğer toplum yararını, kendi yaşamından üstün tuttuysa ve bunun gereklerini yerine getiren kurumsallaşmalara gittiyse ve kurumlara sahip çıktıysa, o zaman yaşıyor. Güçlü kişiler böyle yaşıyor. Herkes bir Nusret Fişek olamaz; ama hiç değilse Cumhuriyetin istediği demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin istediği demokrat bireyler olmalı. Ayrıca kurumlar da çok önemli.
Bu bağlamda Nüfus Etüdleri Enstitüsü'nü kurduğu zaman, bunu herkes nüfus biliminde bir gelişme olarak değerlendirdi. Halbuki nüfusbilim çerçevesinde kurumsallaşırken, doğrusu eğitime çok önem veriyordu. İnanır mısınız, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü'nde, Köy Enstitülerine ve Köy Enstitülülere sahip çıkıyordu. Orada emek veren Köy Enstitülerinde yetişmiş nice kişiler arasında, başta Mustafa Üstündağ, hatta sonradan TÖS Başkanlığı da yapan Feyzullah Ertuğrul'lar, Cahit Alican'lar gibi adları sayabiliyorum. Biz onlarla Nüfus Etüdleri çerçevesinde bir araya gelirdik, orada bir çok iş yapıldı. Yani toplum kalkınması, köy kalkınması olayını, Köy Enstitülerinin bu konuda bireyleri güçlendirme, etkin kılmada, eğitimin bir güçlü araç olduğunu, bir silah olduğunu gördüğü ve bildiği içinii o insanlar orada vardı ve öyle olmuşlardır. Hatta bir yazı yarışması yapıldı ve köy kalkınma önderi seçildi. Çayırhan'da kooperatif önderliği yapan bir öğretmen, Halil Durukan önder seçilmişti. Durukan, Köy Enstitülerinden yetişmiş ve güçlü olmanın yolunun bu olduğunu kanıtlamış; köydeki çıkar kavgalarını aşmıştı. Özetle eğitimin büyük ölçüde insanı özgür kıldığını anlatmak istiyorum.
İşte eğitim kurumu olarak Köy Enstitüleri, böylesi bireyleri yetiştirmede çok önemli bir araçtı. Tabii Halkevlerini de örnek verebiliriz. Ama, Halkevlerinde, o zaman tek parti olan CHP'nin bir yanlışlığı olmuştu. Dil Kurumu, Tarih Kurumu gibi bağımsız, özerk dernek statüsünde değil, CHP ile organiz bağ içinde kurmuştu. Halkevleri de insanları ayadınlatma, bireyi yaratma, doğrultusunda önemli bir kurum olmuştur. Daha başka kurumlar da vardır.Ayrıntıya girmiyorum. Ama bizim yaştakiler hep Halkevlerinden, Halkodalarından büyük ölçüde yararlanmışlardır. Kitaplıklardan olsun, spor salonlarından olsun, tiyatro etkinliklerinden olsun yararlanmışlardır.
Anımsıyorum, Eminönü Halkevinde münazaralar yapılırdı. Biz de yatılı öğrenci olarak haftada bir gün çıkıyoruz, bilet alamıyoruz. O münazaralar girebilmek için, Halkevi yöneticisiyle, Şevket Evliyagil'le tartıştım: "Biz yatılı öğrenciyiz, bizi nasıl dışarıda bırakıyorsunuz?" diye dayatmalarım oldu. Şevket Evliyagil ile daha sonra Basın Yayın Yüksek Okulu'nda çok iyi dost olduk.
Özetle kurumlar, bize aydınlanma odakları olarak çok şey kazandırdı. Ama demokrasiyi, karşı devrim olarak kullanmak isteyen birtakım politikacıların açıkça söyleyemeden, gizli kapaklı, çok partili döneme geçtikten sonra bizi aldatmalarıyla bugüne dek geldik. Bugün yaşadığımız şeyler aslında, o bireyin gerçek yurttaş ve kenttaş olmasını istemeyenlerin, karşı devrimcilerin iktidara gelmesiyle ortaya çıktı. Burada karşı devrici deyimiyle, aklını kullanamayan, kendisine sunulanı en doğru olarak benimseyen ve işleri politikacılara havale edip, "bir kez seçtik" diye bir yurttaş tipinden sözediyorum. Halbuki haklarına sahip çıkan bireylere gereksinmemiz açık. Haklarına sahip çıkmanın çeşitli yolları var. Aldığımız, eğitimimizde ne gibi haklarımız olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama bu haklara sahip çıkmasını öğrenemiyoruz. Eğitimimiz, o yolda bireyimizi güçlendirmiyor, bireyleri yetiştirmiyor. Bu bağlamda, eyleme dönüşmeyen bilgilerle kafamız dolu. Bir şeyi bilmek, insan hakları açısından yetmiyor. O insan haklarını kullanabilmenin gereklerini yerine getirme anlamında eylem koymayı kastediyorum. Biz hafız gibi ezberliyoruz. Anayasayı, İnsan Hakları Evrensel Demeci'ni ....Peki ama bu hakları hergün çiğneyenler var. Kişi olarak, örgüt olarak, dernek olarak en kutsal olan yaşam hakkımızı alanlara karşı çıkarak birtakım şeyler yapamıyoruz. Bunlara karşı bir demokratikleşme, örgütlenme için güçbirliği yapamıyoruz. Çok partili düzene geçince bizler, demokrasiye geçtik sandık. Hatta Duverger gibi siyasal parti, demokrasi kuramlarında çok ünlü olan bilim adamları, bunu gerçekten övmüşlerdir. Doğrusu da bu, övülecek bir şey; tek partili düzenden çok partili düzene geçiş. Ama demokrasi, gerçekten de demokrasinin gerektirdiği biçimde davranan, aklını kullanabilen ve gereken tepkileri, tavırları koyan özgür, bilinçli, bireyi yetiştirme fırsatını kaçırdık.
Bütün bunlar gösterdi ki, demokratikleşme doğrultusundaki savışımımızı etkili kılmak, örgütlü olmak ve elele vermek zorundayız. Başka çözüm yok. Çok partili rejime geçmek, yalnızca seçimden seçime oy vermek yetmiyor; katılımcı bir anlayış içerisinde, bireyleri etkin, güçlü konuma getirmek gerek. Toplum olarak birtakım ortak sorunlarımız var. Bu sorunları çözmede ortak hareket edebilme alışkanlığını, gücünü kazanmak gibi gereğini vurgulamakla yetiniyorum.
Bir de sivil toplum örgütçülüğü var işin içinde. Hani bizim birey olarak, etkin bireyler olarak bu sivil toplum örgütleri içinde etkinlik göstermeliyiz.Kimi sivil toplum örgütleri de kamusal alanda kendilerini daha etkin kılarak, kendi istekleri doğrultusunda toplumda kararlar alınmasını, siyasal süreçleri etkilemeyi başardıklarını gözlemliyoruz. O zaman, sivil toplum örgütlri konusunda da devletçe benimsenen ya da desteklenenleri bir yana itmeliyiz. Devletten belli konularda yardım alan sivil toplum örgütleri de var. Demek ki, bağımsızlık ve özerklik, bu sivil toplum örgütlerinde temel nitelik olmalıdır. İşte biz bireyler olarak daha çok demokratik, özgür, bağımsız çalışan örgütlenmeler içinde kendimizi ve bireyleri güçlü kılma yoluna gitmekten başka bir çözüm yok. Bunu yaparken de, tabii herhalde işimiz çok zor. 8 yıllık eğitim ile öğretim birliği ilkesini yeniden yaşama geçirmek için çok önemli adım atılmıştı. Görüyorsunuz geçenlerde ulusalcı olduğunu söyleyen partilerin oluşturduğu Meclis, hemen bir geri adım atmıştır. Küçücük çocukların beynini din eğitimi adı altında yıkamaya izni çıkmıştır. Bunun karşısında okulların sesleri duyulmuyor. Yazık ki, bu açıdan güçlü, etkili bilinçli kenttaşlarla işbirliği yapmak yerine, çıkar ortaklıkları kurarak, imar yolsuzluklarını birlikte yapıyorları. Son depremde de bunun sonuçlarını görüyoruz. Yalnızca yerel yönetimler değil, siyaset adamları bence tek tek almak yerine, hepsini suçlamak gerekiyor. Çünkü insanlar biraraya toplanmıyorlar; binaların denetimini gereken şekilde yapmıyoruz. Bireyler de bilinçli olarak bu konuda daha "Acaba burası yuşamak için elverişli bir yer mi? Doğrusu bu açıdan da yine bilinçli, bilgili insanları yetişmik konusunda hepimize iş düşüyor. Yalnızca üniversite hocaları olarak rol almak değil, hepimizin elbirliğiyle çalışmak , doğrultusunda çaba göstermek zorundayız.