ARKADAŞIMIN OĞLU...
Onu tanımadan önce babasını tanıdım.
Kendisi benden bir yaş küçüktü...
Babası, benim babam yerindeydi.
O baba, benim hem kaderimi belirledi...
Hem de bana, dostluğuyla aktardığı bilgeliğini armağan etti.
* * *
Ben gerçekten çok şanslı bir insanım:
Hayatım boyunca, küçüklüğümden beri, önce ağabeyimin, sonra babamın arkadaşlarını tanımak, onların kimileriyle de dost olmak fırsatı buldum.
Daha sonra da Hacettepe'deki konumum ve işlevim dolayısıyla sürekli olarak kendimden büyük, bazen çok büyük, çok deneyimli insanla çalıştım, arkadaşlıklar, dostluklar kurdum.
İnsanın kendinden yaşça büyük, bazen çok büyük, bir-iki kuşak önceki insanlarla etkileşimi, arkadaşlığı, ona çok şeyler katıyor...
Elbette haddini ve öğrenmesini bilenlere!
Sanıyorum bu etkileşimlerden, arkadaşlıklardan, dostluklardan, öğrendiklerim, kimliğimi, kişiliğimi biçimlendirmekte formel eğitimden daha etkili oldu.
Onlardan öğrendiklerimi, isim, isim, konu konu yazabilirim...
Ama sonuç olarak bütün öğrendiklerimi özetleyebilecek bir cümle sanırım her şeyi açıklar:
İnsana, özellikle gençlere saygıyı, sevgiyi öğrendim.
O nedenle şimdi karşımda kim olursa olsun, hangi yaşta olursa olsun, ona, kendime gösterdiğim aynı saygı ve sevgi ile davranıyorum...
Özellikle de gençlere:
Çünkü onlarda kendi gençliğimi görüyorum.
* * *
Michigan Üniversitesi'ndeki Sosyal Çalışma Master'ımı (M.S.W.) tamamladıktan sonra, Türkiye'ye dönerken, bursu veren Birleşmiş Milletlere vedaya gittim.
Oradaki uzmanlar bana dönünce ne yapacağımı sordular.
Akademik kariyere girmek istediğimi belirtince de, Türkiye'de Hacettepe Tıp Fakültesi'nin üniversite olmak üzere hazırlık yaptığını, orada Prof. Nusret Fişek isimli birini görmemi söylediler.
Hacettepe'ye girişimin renkli serüvenini "Babam Oğlum, Torunum" adlı kitabımda anlattığım için burada tekrarlamayacağım. (Meraklısı, özellikle Doğramacı ile olan maceralarımı öğrenmek için o kitaba bakabilir.)
Sonuçta Nusret Bey'in isteği ve desteği ile Hacettepe'de çalışmaya başladım, üstelik de fizik olarak onun odasının yanında ve "Aile Planlaması" gibi bazı projelerde onunla birlikte.
Bu sütunun okurları, Nusret Fişek'i anımsayacaklardır...
Çünkü onun hakkında, tıp ve sağlık alanındaki öncülüğünü, devrimciliğini anlatan bir çok yazı yazdım.
Ondan çok şey öğrendim:
Her şeyi görmeyi, bilmeyi, ama üzerine vazife olmayanlara karışmamayı...
Çok konuşmamayı...
Hata yaptığın zaman, onu ört-bas etmeye çalışmamayı, açıkça özür dileyip telafi etmeyi...
Ve daha ince insanlık ve yönetim becerilerini.
İşte birkaç gün önce aniden yitirdiğimiz Kurthan Fişek böyle bir babanın oğluydu!
* * *
Nusret Fişek, her sabah Çankaya sırtlarındaki evinden Sıhhiye'deki Hacettepe'ye yürüyerek gelirdi; arabası da yoktu.
Bir gün niçin araba almadığını sordum.
"İki tane hayta oğlum var, arabayı bana bırakmazlar, ayrıca kaza maza yapıp başlarını belaya sokarlar" diye yanıt verdi.
Kurthan Fişek'le Gürhan Fişek'ten ilk o zaman haberdar oldum.
* * *
Daha sonra, Kurthan Fişek'i o zamanlar çıkan tek İngilizce gazete olan "Daily News"un editörü olarak tanıdım.
Bütün gazeteyi tek başına hazırladığını, daha doğrusu yazdığını öğrenince şaşkınlıktan dona kalmıştım.
Kurthan'la ilk tanıştığımızda "Ben senin babanın arkadaşıyım, sen benim için arkadaşımın oğlusun" demiştim.
İlk seferinde bu sözümü çok efendice karşıladı, bana müthiş bir sevgiyle yaklaştı.
İkinci sefer aynı cümleyi kullandığımda verdiği yanıtı burada yazmaya yasalar engel!
* * *
Büyük bir zeka...
Büyük bir bilgi birikimi...
Adeta bir dizel lokomotif gibi bitmez, tükenmez bir çalışma gücü...
Her girdiği ortama, her çalıştığı yere, zekasıyla, katkılarıyla, farklı kişiliğinin imzasını atan bir ses, bir üslup, bir davranış biçimi ve bir yaratıcılık.
O beden, o beyni taşıyamadı!
Büyük sanatçı Neyran Fişek'e, büyük hekim Gürhan Fişek'e, tüm sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyorum.