Prof. Dr. Yücel Tanyeri

Onun İçin Yazdılar

BİR BAHARIN SONU...

(12 Şubat 2008)

2004 yılı Ekim ayı sonunda bir Pazar günü Ankara'da idim.

Pastırma yazı dedikleri, bahardan kalma bir sonbahar günü...

Güneş insanın içini ısıtıyor, yaşam şevki veriyor.

Bu güzel günde geçmişi yaşamak amacıyla kentin batısına doğru yola çıkıyorum.

Erdal Akalın ile 1967 yılı kış günlerinde Toplum Hekimliği Stajı yaptığımız Ergazi'nin önünden geçiyorum.

35 yıl önce Sağlık Ocağında geceleri Gaz Lambası ışığında çalıştığımız, geniş kıraç topraklar üzerindeki minik okulunda araştırma yaptığımız çocukları, düz damlı, kerpiç köy evlerini ara ki bulasın. Yerinde sanayi tesisleri yapılmış. Tek bir anı izine rastlamak artık olanaksız...

Ucube, insanın içine korku salan büyük büyük yapılar.

Başkentin yakınında her şeyden habersiz gariban köylüler hala oralarda mı belirsiz...

Üzerinde araştırmalar yaptığımız çocuklar herhalde 40'larını geçmiş, toruna torbaya karışmış olsalar gerek...

Yol üzerinde Etimesgut'u, Pınar ve Yücel Atakent'in çalıştıkları Sincan'ı, Yenikent'i geçiyoruz.

35 yıl önceki görüntülerden eser yok!...

Buralar kocaman kocaman Kentlere dönüşmüş. Tümü yeni, tümü modern apartmanlar.

Bura halkının hala sağlık kartları var mı, kayıtları düzenli tutuluyor mu çok merak ediyorum.

Beypazarı'na doğru seyrederken sağa kıvrılıp Ortabereket'e gidiyorum.

Önce Başbereket'i solumda bırakıyorum. Yol kenarındaki söğüt ağaçları kocaman olmuş.

Asfalt yolda ilerleyip, Ortabereket'e ulaşıyorum.

70'li yılların başında Elektrik getirmek için çok uğraşıp başaramadığımız Ortabereket değişmiş.

35 yıl önce bir senemizi geçirdiğimiz ışıksız, soğuk ortam kaybolmuş. Dublex, triplex villalar. Çatıları shingel'li, duvarları plastik giydirme kaplı, Amerikan tipi villalar sağa sola düzensiz yerleşmişler. Bir zamanlar elektrik olmayan yerlere yüksek direkli havaî elektrik hatları dikilmiş. Köyün içinde Supermarket var. Olacak şey değil.

Sağlık Ocağı kapalı. Muhtemelen çalışmıyor.

Bir yılımızı geçirdiğimiz Lojman terkedilmiş, metruk halde.

Duvarları çatlamış. İçi harabeye dönmüş. Terkedilmiş somyalar, bacağı kırık sandalyeler...

Kim bilir hangi son köy hekimi evinin kalıntıları.

Bizim zamanımızda bahçedeki minik çamlar devasa ağaçlara dönüşmüş.

Sonbahar yaprakları yerde nazlı nazlı uçuşuyorlar.

İçimi hüzün kaplıyor. Ayrılıyorum.

Yolda düşleri, idealleriyle Nusret Hocamızı hatırlıyorum.

Sevinç Bey'i, İsmail Topuzoğlu'nu anıyorum...

Bir düşün sonunu düşünüyorum.

35 yıl sonra gelinen noktaya bakıyorum.

Başlangıçtaki şevkim gidiyor, yerini sonbahar hüznüne bırakarak...

Karmaşık duygularla ayrılıyorum.

Üzülüyorum.